Kilis'te Tekke ve Zaviyeler
Kilis Hududeli Gazetesinden alınmıştır.
GİRİŞ
Kilis’te değişik tarikatlara mensup şeyhlerin türbelerine hemen her sokakta rastlamak mümkündür. Bir de tarikat şeyhlerinin türbelerinin yanı sıra kimine göre sadece makam olan, kimine göre ise gerçekten şehit düşen bir sahabenin mezarı üzerine inşa edilmiş türbeler de bulunmaktadır. Biz bu tartışmalara girmeden kaynakların verdiği bilgilere bağlı kalarak, kendi tez konumuzu işlerken önceliği edeben ve olması gerektiği şekli ile sahabe türbelerine ve bu türbeler etrafında cereyan eden menkıbelere yer vermeği uygun gördük. Tezimizin içindekiler kısmında verdiğimiz sıralama doğrultusunda türbelerin kim tarafından, ne zaman yaptırıldığını, halkın hangi vesilelerle, hangi türbeleri ziyaret ettiğini aktardıktan sonra konumuz gereği bizim için asıl önemli mevzu olan, türbeler etrafında oluşan ve dilden dile, nesilden nesile anlatılan menkıbeleri anlatmaya çalışacağız. Kilis’te halkın diğerlerine göre biraz daha fazla önem gösterdiği bazı şahsiyetler, halk yanında değişik tarikatlara mensup şeyhler için de ayrı bir yere sahiptir. Tezimizi dört bölüme ayırarak, birinci bölümde Muhammed Bedevi Türbesi ve onunla ilgili diğer mutasavvıfları, ikinci bölümde Kilis merkezde bulunan türbeleri, üçüncü bölümde Kilis ve çevresinde bulunan türbeleri, dördüncü bölümde ise Abdullah Sermest Efendi’nin hayatını, menkıbelerini ve onun devamı olan diğer mutasavvıfları işlemeği uygun gördük.
Kilis halkı bu türbeleri özellikle Cuma günleri ve diğer kutsal gün ve gecelerde sık sık ziyaret eder. Bu ziyaretler esnasında halk Allah’tan isteklerini bu türbelerde meftun bulunan zatları vesile kılarak dilerler. Bu dilekleri şöyle sıralaya biliriz:
1. Evlilik çağına gelen gençlerin özellikle kızların hayırlı bir kimse ile evlenmesi
2. İş sıkıntısı çekenlerin en kısa zamanda bir iş sahibi olması.
3. Bir vesile ile cezaevine düşenlerin serbest kalması.
4. Çocuğu olmayanların çocuk sahibi olması.
5. Aralarında husumet olanların barışması.
6. Ayrılmak üzere olan veya geçinemeyen çiftlerin aralarında yeniden muhabbet olması.
7. Ruhsal veya bedeni bir rahatsızlığı olanların şifa bulaması.
8. Sınava girenlerin sınavlarının iyi geçmesi.
9. Kayıp olan bir eşyanın bulunması.
10. Askere giden gençlerin veya bir vesile ile şehir dışına çıkanların sağ selim memleketlerine tekrar dönmesi. Gibi…
Biz burada sadece umumun genel olarak hangi vesileler ile türbeleri ziyaret ettiklerini saymış bulunmaktayız. Bütün bunlara ilave olarak her ziyaretçinin kendi içinde sakladığı daha değişik niyetleri de olabilir. Fakat şu bir gerçektir ki, Kilis halkı türbe ziyaretine bir ibadet mantığıyla yaklaşmaktadır. Bu iş öyle bir hâl almıştır ki, halkın bir kısmı özellikle kadınlar bu türbelere ziyareti Cuma günlerinin ve diğer kutsal günlerin ilk işi olarak bakarlar. Kilis halkının çoğu Ramazan ve Kurban gibi dini bayramlarda ilk ziyareti bu türbelere yaparlar. Tez konumuzun ana hatlarını belirledikten sonra şimdi Kilis’teki türbeleri belirttiğimiz şekli ile tek tek ele alabiliriz.
1.BÖLÜM: MUHAMMED BEDEVİ (R.A) TÜRBESİ ve ONUNLA İLGİLİ DİĞER MUTASAVVIFLAR
A)MUHAMMED BEDEVİ TÜRBESİ
Şeyh Muhammed Bedevi Türbesi’nin batı ve güney cephesinden
görünümü, Şeyh Muhammed Bedevi Türbesi Kilis’in güneybatısında olup şehre hâkim Kalleş Tepesi üzerinde eski bir kabristanın ortasındadır. Türbe içinde kitabesiz sandukanın altında bir yatır vardır. Türbede ve sandukada burada yatanın kimliğini, ölüm yılını, binanın yapıldığı yılı gösteren bir kitabe yoktur. Türbenin bulunduğu yerde çok önceden bir tekkenin varlığından da haberdarız. Lakin bugün ne kabristandan ne de tekkeden günümüze herhangi bir iz kalmamıştır. Türbenin kuzeye bakan kapısı önünde Şeyh Muhammed Gülocak ve Şeyh Said adına karşılıklı iki türbe daha vardır.[
Şeyh Muhammed Bedevi rivayetlere göre Hicrî 18. yüzyılında Feth-i İslam’da Kilis’e gelip burada yapılan savaşta şehit düşmüştür.
Türbenin içten sandukanın görünüşü
Şeyh Muhammed Bedevi Türbesi Kilis’te bulunan bütün türbeler içinde en çok ziyaret
edilen türbelerden biridir. Bunun sebepleri şöyle sıralanabilir:
1) Türbe yukarda da belirttiğimiz gibi şehre hâkim bir tepe üzerinde olup gayet hoş bir manzaraya sahiptir. Bu sebeple halkımız türbenin bulunduğu tepeyi bir mesire alanı olarak da kullanmaktadır.
2) Türbenin bulunduğu tepe üzerinde Muhammed Bedevi yanında değişik tarikatlara mensup iki tane daha şeyhin türbesi ve birkaç tane de derviş mezarı bulunmaktadır.
3) Ne olursa olsun bütün ihtimaller göz önünde bulundurulduğun da yani bazı kaynaklar bu türbenin bir sahabeye ait olmadığını bildirse de Kilis halkı bu türbede meftun bulunan Muhammed Bedevi’nin gerçekte bir sahabe olduğuna canı gönülden inanmaktadır.
Türbeye şu şekilde adak yapılır: Olması istenen her ne ise dua edilir ve ardından “Ya Rabbi duamı kabul edersen ve işim olursa ben de burada mevlit okutup kurban keseceğim ve fakire, fukaraya, eşe dosta ikramda bulunacağım” şeklinde niyet edilir. Duası kabul olan kimse niyet ettiği gibi kurbanını keser, mevlidini okutur.
Her ne kadar bazı kimseler Muhammed Bedevi’nin yirmi dört yaşında genç bir sahabe olduğunu belirtse de birazdan anlatacağımız menkıbede M. Bedevi karşımıza halk anlatmalarına uygun olarak aksakallı bir pir-i fani olarak çıkmaktadır.
KENDİNİ TANITAN MUHAMMED BEDEVİ
Bir gün yaşlı ve fakir bir çift türbenin yakınında bulunan bağ veya zeytinlikte çalışmaktadırlar. Kendi aralarında şöyle konuşurlar, “acaba gerçekten bu türbede M. Bedevi mi yatmaktadır? Keşke onu görmek, onunla tanışmak imkânımız olsaydı.”derler. Aradan kısa bir süre sonra yaşlı çift yemek yemek için otururlar. Tam yemeğe başlayacaklarken aksakallı, başı sarıklı, uzunca boylu bir ihtiyar yanla rına gelir ve kendisinin Tanrı misafiri olduğunu söyleyip, “günlerdir açım, ben de sizinle yemek yiyebilir miyim?” der. Onlar da bunu kabul ederler. Bir süre oturup onlarla sohbet eden bu kişi yemekten sonra, “artık bana müsaade, daha gidilecek çok yolum, yapılacak çok işim var deyip” müsaade ister. Kalkarken şunları söyler, “ben Muhammed Bedevi’yim siz çağırdınız, ben de Allah’ın izni ile yanınıza geldim. Ben gerçekten bu türbede yatmaktayım, burası benim şehit düştüğüm yerdir.”der ve gözden kaybolur. [2]Bu menkıbe Kilis’te birçok kimsenin bildiği ve türbenin içinde yatan M. Bedevi’nin şehit bir sahabe oluşuna delil mahiyetindedir.
KALLEŞ TEPESİ’NİN ADI İLE İLGİLİ ANLATILAN MENKIBE
Anlatılanlara göre türbenin bulunduğu tepe üzerinde çok önceleri bir kasaba varmış. Bu kasabada oturanlar Yahudi veya Hıristiyanlar imiş. Hz. Ömer’in emri ile Kilis’e kadar gelen bir gurup sahabe bu kasaba halkına İslam’ı tebliğ etmişler. Kasaba halkı gelen askerlerin çokluğundan korkarak Müslüman olmuş. Sahabeler buradaki halka İslam’ı anlatmak ve dini bilgileri öğretmek için bu tepe üzerinde konaklamışlar. Sahabeler halka dini öğretmeye çalışırken halk gizlice bir plan kurup çevredeki diğer gayrimüslim yerleşim yerlerinden yardım istemiş ve kalabalık bir ordu ile bir gece baskın yaparak buradaki sahabelerin çoğunu katletmişler. Muhammed Bedevi de işte bu baskında şehit düşen sahabelerden biri imiş. Bu tepenin adı daha sonra bu olaydan haberdar olan Kilis’teki ilk Müslümanlar tarafından Kalleş Tepesi diye anılır olmuş. İbrahim Hakkı KONYALI’nın belirttiğine göre bu tepe üzerinde daha birçok eski mezar vardır. Fakat o mezarlar içinde türbesi olan ve günümüze kadar geleni sadece M. Bedevi türbesidir.
MUHAMMED BEDEVİ’İN ŞAHMARANI
Anadolu’da her nedense daimi surette türbeler ve mezarlıklar ile yılanlar arasında bir ilgi kurulur. Hemen her yerde anlatılan birbirine benzer halk anlatmalarında yılanlar ya bir hazineyi ya da türbeyi bekler. İşte Muhammed Bedevi Türbesi ile ilgili bu kısa hikâyede de devasa bir yılan karşımıza çıkmaktadır.
Bu olay benim küçükken, dedem DABBA Mehmet’ten[3] bizzat dinlediğim bir hikâyedir. O, bana şöyle anlatmıştı:
Ben 6–7 yaşlarımda iken babam mantara[4] bekçiliği yapardı. Ben de özellikle yaz aylarında babamla beraber dolaşırdım. Bir gün eve dönerken akşamüzeri hava kararmakta idi. Ben merkebin arkasında babamın hemen önünde yürüyordum. Birden merkep durdu. Hayvana ne kadar deh! desem de yürümedi. Geçip yularından çekmek istediğimde gözlerime inanamadım. Baba! diye bağırdım. Babam koşar adımlarla yanıma geldi. Bir ucu yolun diğer tarafında bir ucu baş tarafı Muhammed Bedevi Türbesine doğru uzanan zeytinlik içinde kocaman simsiyah bir yılan gördüm. Babam ona, “ey hayvan bizden sana zarar gelmez, pir aşkına sen de bize ilişme var git yoluna.”dedi. Yılan boynuzlu başını bize doğru çevirip baktıktan sonra yoluna devam etti.” Babam bana, “bu yılanın Muhammed Bedevi’nin kendisi olabileceğini ve bu tür Allah dostlarının öldükten sonra ruhlarının yılan kılığına girdiğini söylemişti.”
B) ŞEYH AHMET MALHUT
M. Bedevi Türbesi Kilisli birçok mutasavvıfa da ilham kaynağı olmuştur. Bunların başında Şeyh Ahmet Malhut ismi sayılabilir. Şeyh Ahmet Malhut aslen Mısır’dan Kilis’e gelip yerleşen Rufaî Tarikatına mensup mutasavvıf bir ailenin çocuğudur. Kendisi de bir Rufaî Şeyhidir. Günümüze yakın bir tarihte yaşamış olmasına rağmen hakkında pek bir bilgiye sahip değiliz. Ayrıca Kilis Zeytinli Camisinde bulunan kendi mezar taşından da anlaşılacağı üzere yüz kırk iki yıl gibi uzun bir ömür yaşamıştır. Fakat bize göre bir hesaplama hatası olma olasılığı yüksektir. İşte o mezar taşı:
ŞEYH’İN SANCAĞININ UÇMASI
Şeyh Ahmet Malhut kendi döneminde Kilis’te halkın çoğu tarafından sevilen Rufaî Tarikatına mensup olması nedeniyle cehri yani sesli zikir yaptıran bir mürşittir. Belli bir tekkesi olmayan Şeyh Malhut genellikle kendi evinde veya müritlerinin evlerinde zikir yaptırırmış. Anlatılanlara göre yine bir gün bir müridinin evinde veya Kilis İslam Bey Parkındaki Muhammed. Ensarî Türbesinde zikir yaptırırken Şeyh kendisini mânen Muhammed Bedevinin yetiştirdiğini anlatır. Ve elindeki sancağı zikir esnasında içerde bulunan müritlerinden birinin eline verir. Sancağı alan mürit titremeye, kendinden geçmeye ve sancağı tutarken çok güç harcıyormuş gibi hareketler sergileye başlayınca o gün orada tesadüfü bulunan ve gördüklerine pek bir anlam veremeyen biri içinden “bunlar kimi kandırıyor. Bir bez parçası insanı nasıl bu hale getirebilir ki.” diye geçirir. Ve şeyhi hile yapmakla, halkı kandırmakla suçlar. Zikir bittikten sonra şeyh o kişiye dönerek yarın yine gel sancağı senin eline vereceğim, o zaman bez parçasını görürsün der. İçinden geçirdiklerine şeyhin cevap vermiş olması o şahsı çok ürkütür; ama merak ettiğinden ertesi gün şeyhin dediği gibi zikre yine katılır. Zikrin hararetlendiği bir anda şeyh ona dönerek hadi bakalım sıra sende al bakalım tut şu bez parçasını der ve sancağı ona uzatır. Adam biraz tereddüt eder ve çekinerek de olsa sancağı tutar. Adamın sancağı tutması ile yükselmesi bir olur. Sancak Muhammed Ensarî Türbesi üzerinde yükselir ve havada uçarak Şeyh Muhammed Bedevî Türbesine kadar gider. Şeyh Ahmet Malhut ve diğer müritleri olabildiğince hızlı bir şekilde M. Bedevî Türbesine doğru yol alırlar. Türbenin bulunduğu tepeye geldiklerinde bakarlar ki, adamcağız hâlâ elinde tuttuğu sancakla tam M. Bedevî’nin türbesi üzerinde dönüyor. Etraftakiler bırak sancağı elinden, ne tutuyorsun diye bağırırlar. “Adam ben onu bıraktım o, beni bırakmıyor. Lütfen şeyhim ben ettim sen etme özür dilerim, bu bir bez parçası değilmiş.” der. Bu söz üzerine şeyh sancağa seslenir, besmele çekerek Allah’ın izni ile in aşağı.” der ve adam sancakla beraber aşağı iner.[5]
Şeyh Muhammed Bedevî Türbesi’nden etkilenen bir başak mutasavvıf da Kadirî ve Rufaî tarikatlarından icazetli Şeyh Saiddir.
C)ULUMAHSERELİ ŞEYH SAİD
Muhammed Bedevi Türbesi’nden daha doğrusu onun mânevî şahsiyetinden etkilenenlerden biri de Şeyh Said’dir. Nitekim Şeyh Said sağlığında bu türbeye çokça önem vermiş ve öldükten sonra da bu türbenin bulunduğu tepe üzerine defnedilmeği vasiyet etmiş. Bugün Muhammed Bedevi Türbesi’nin kuzeyinde bulunan türbesi yerine yenisi yapılmak üzere yıkılmıştır.
Şeyh Said, anlatılanlara göre Seyit yani Hz. Peygamberin soyundan gelen Kilis’in yakın tarihine tasavvufi anlamda yön veren oldukça önemli bir şahsiyettir. Yakın zamana tanıklık etmesi nedeniyle hakkında en çok menkıbe anlatılanların başında gelmektedir. Kilis’te ona gönülden bağlı yaşlı birçok müridi bulunmaktadır. Biz Şeyh Said hakkında araştırma yaparken gençlik yıllarında ona intisap eden Kilis’in Oylum köyünde ikamet eden Şaban BOZKURT’tan[6] daha çok istifade etmeyi uygun gördük Şaban BOZKURT şeyhle tanışmasını, ona intisap etmesini ve şahit olduğu birtakım kerametleri şöyle anlatıyor:
Şeyh Said Gaziantep’in Ulumahsere köyünde yaşayan ve o bölgede Arap Hoca olarak bilenen Evlad-ı Resul bir zat-ı muhteremdir. Annesi Şeyh Hannun, babası Şeyh İzzeddin’dir. Dedesi ise Şeyh İzzeddin Ebu Hanan ‘dır. Kilis, Halep ve bu ikisi arasında kalan bölgede hatta Güneydoğunun diğer birçok ilinde bilinen tasavvufi çalışmalar yapan, zikir ettiren, şerbe veren büyük bir Allah dostudur. Şeyh Ulumahsere’de otururdu; ama zikir yaptırmak için ekseriyetle Kilis’teki dergâhta vakit geçirirdi. Dergâh Şakiratik Camii’nin civarında bir havuşlu[7] ev idi. Şeyh eğitimli ve kültürlü bir insandı. Gençlik yıllarında Gaziantep’te öğretmenlik yapmış, bu görevi sırasında zikir yaptırmaya devam ettiği için onun bu tutumundan rahatsız olanlar hakkında Milli Eğitime şikâyette bulunmuşlar. İl Milli Eğitim Müdürü onu yanına çağırtır ve “sen ayin yaptırıyormuşsun, hakkında şikâyet var.”der. Şeyh cevaben, “evet yaptırıyorum; ama onun adı ayin değil zikirdir. Sizin eğer benim öğretmenliğimle ilgili bir sorunuz varsa sorun cevaplayayım, ben boş vakitlerimde geceleri halkıma Allah dedirtmekten başka bir şey yapmıyorum.”der. Milli Eğitim Müdürü,
“ben senin bu işi bırakmanı sadece öğretmenlik yapmanı istiyorum.” deyince Şeyh, “ben de o vakit bu öğretmenliği yapmıyorum.” deyip oracıkta istifasını verir. Ve bu olay üzerine tarikat çalışmalarına daha da ağırlık verir.
ŞEYH SAİD’İN HASTA GENCİ ZİKİRDE İYİLEŞTİRMESİ
Bir gün Malatya’dan bir genç çocuk getirdiler. Bu çocuk Malatya’da liseyi bitirmiş, üniversite sınavlarına hazırlanırken bir gece korkmuş. Sabah olunca ailesi çocuğun hal ve hareketlerinde anormallik olduğunu görmüş. Çocuk ne konuştuğunu bilmez, eli ayağı tutmaz bir haldedir. Ailesi çocuğu alır, Antep’de doktora götürür. Doktor, çocuk için psikolojisi bozulmuş der. Ve bir kısım ilaçlar verir. Fakat aradan geçen uzun bir zamana rağmen çocukta hiçbir iyileşme olmaz. Bu sebeple tekrar doktora giderler. Doktor, “ işin aslını söylemem gerekirse bu çocuğun tedavisi bizde değil. Bu işi çözerse Ulumahsereli Arap Hoca çözer.” der ve nihayetinde ailesi çocuğu alır Ulumahsere’ye şeyhin evine getirir. Şeyh çocuğa bakar, “bunun bir şeyi yok, yarın onu alın Kilis’e gelin” der. Ben de o günlerde şeyh ile yeni tanışmıştım. İmamlık yaptığım Kefiz Köyü’nden Şeyh Said’i ziyarete gelmiştim. Biraz sohbet ettik bana, “oğlum akşama zikire gel bir hastamız var.”dedi. Akşam oldu. Ayınönü Çeşmesi’nin yanında bir evde toplandık. O hasta çocuğu da getirdiler. Şeyh çocuğu benim yanıma verdi ve kıyamda zikiri başlattı. Yaklaşık üç, üç buçuk saat zikir devam etti; ama çocukta hiçbir değişiklik olmadı. Çocuk zikir boyunca benim sakallarım ile oynayıp durdu. Ve sürekli zikirden çıkmak istedi ve zikir boyunca hiç Allah demedi. Sonra Şeyh Said çocuğun yakasından tuttu ve besmele çekip “salâvat ya Muhammed.” deyip çocuğu yukarı kaldırdı. ‘Kendisi (şakalak)[8] kadardı; ama çok güçlü idi.’ Neyse onun bu hareketinden sonra çocuk Allah Allah demeye başladı ve bizimle birlikte zikre iştirak etti. Zikir sonunda çocukta hiçbir şey kalmamıştı. Sen sağ ben selamet iyileşmiş bir şekilde evine döndü.
MÜSLÜMAN OLAN AMERİKALI ÖĞRETMEN
Yine Şaban BOZKURT onun bir başka kerametini ise şu şekilde anlatıyor. O günlerde Kilis’te okullarda ders veren yabancı, daha çok Amerikalı öğretmenler vardı. Tabi bunlar Hıristiyanlardı. Bir gün bizim Kilisli öğretmenler ile bu Amerikalı öğretmenler konuşurlarken konu din konusuna gelir. Sizin dininiz yanlış bizim dinimiz doğru derken, konuşma iyice hararetlenir. O vakit kendisi de öğretmenlik yapan Hasan KIDEYŞ “size bir keramet göstersek bizim dinimizin gerçek olduğuna inanır mısınız.”der. Onlar keramet de nedir? Diye sorarlar. O zaman kalkıp şeyhin yanına gelirler. Ben de orada idim. Şeyh gelenlere çok ilgi alaka gösterdi, ikramda bulundu. Sonra niyetlerini ve geliş sebeplerini sordu. Durumu anlayınca bana mangalı yakın diye emirde bulundu. Ben de bir mangal kömürü kayıp evin ortasına getirdim. Şeyh şişleri, kılıcı ve topuzları kor halindeki ateşe koydu, “halka olun.” dedi. Orada bulunan ve arzu edenler zikir halkasına katıldılar. Zikir başladı; ama gör ne zikir. ‘ halliye,[9] mavsal[10] içimize işliyor. Muhabbetten yerimizde duramıyoruz ‘ kısa bir süre sonra şeyh zikrin en hararetli yeride, “şiş serbest, ateş serbest dedi, içerde bulunanlardan kimi eline ateş, kimi şiş aldı. Şeyh mangaldan bir şiş alıp zikirde bulunanlardan birinin karın boşluğundan vurdu ve diğer taraftan çıkardı. Sonra orada zikiri izleyen Amerikalılardan birini çağırdı ve şunu çek dedi. Fakat adam korkudan şişi tek başına çıkaramadı. Şeyh elini Amerikalının eli üstüne koyup onunla beraber çekti. Şişin çıktığı yere parmağı ile biraz tükürük çaldı, kan da çıkmadı. Zaten şiş vurmadan sonra kan çıkmaz. Şeyhin kor halindeki kömürleri eline alması ve daha birçok kişiye şiş vurmasından sonra zikir bitti. Orada bulunanlar çok şaşırdılar. İçlerinden şişi çeken daha sonra Müslüman oldu.
Şeyh Said hakkında bir başka menkıbe daha Ulu Camii imamı İsmail MUHTAR[11], yaşlı bir dervişten dinlediği menkıbeyi şu şekilde anlatıyor.
DUVARA SAPLI ALAYCILAR
Muhammed Bedevi Türbesi’nde Şeyh Said zikir yaptırırken orada tesadüfen bulunan iki kişi, Şeyh’in şiş vurması ile alay eder hareketler sergilerler. Bunu fark eden Şeyh, kulunç şişi veya kulunçluk diye tabir edilen iki büyük şişi onların ikisinin de tam gırtlaklarından vurur. Her ikisi de zikir bitene kadar gırtlaklarından girip ense köklerinden çıkan şişler ile duvara yapışık kalırlar. Zikirden sonra Şeyh Said besmele ile bu şişleri çeker ve o ikisine, “umarım bir daha bu meclislere eğlenmek için gelmezsiniz.” der. Bu olaydan sonra o iki kişi Şeyh Said’in yakın müritleri olurlar.
ABDESTSİZ OLAN DIŞARI ÇIKSIN
Yine bir gün Halep’ten Şeyh Hamran adında bir Rufaî şeyhi Kilis’e Şeyh Said’i ziyarete gelir. Bu ziyaretten dolayı hali ile çok kalabalık bir topluluk oluşur. Bu topluluk içinde kadınlar ve çocuklar da vardır. Bir müddet sohbet edildikten sonra zikrullaha geçilir. Şeyh Hamran zikirde kendine şiş vurur, fakat garip bir şekilde şişi vurduğu yerden şiddetli bir kan akar. Bu olay üzerine Şeyh Said dışarı çıkar, “damdaki kadınlara içinizde bir abdestsiz var. O hemen burayı terk etsin yoksa bu adam vedayı can edecek.” der. Fakat kimse dışarı çıkmayınca Şeyh Said, kadınlardan birini eliyle göstererek, “sen hemen dışarı çık.”der. O kadın zikrullah yapılan yeri terk edince Şeyh Hamran’ın kanaması durur ve iki şeyh karşılıklı şiş vurmak suretiyle uzunca zikir ederler. Orada bulunanlardan birkaç kadın o kadına gerçekten abdestsiz olup olmadığını sorarlar. Kadın, “evet ben hastalıklı bir günümde idim; ama utandım çıkamadım keşke en başta çıksaydım diyerek Said Efendiyi doğrular. Şeyh Said ve Şeyh Hamran uzunca bir vakit görüşmeye devam ederler. Bu görüşme iki mürşit görüşmesinden ziyade mürşit mürit ilişkisine dönüşür. Bu olaydan sonra Şeyh Hamran Şeyh Said’e halife olarak intisab eder.
Ve bir gün Şeyh Said Şurahbil Hasene Türbesinin bulunduğu tepede gece vakti büyükçe bir ateş yaktırır. Bu ateşi görenler türbeye hücum ederler. Şeyh Said kalabalık bir insan topluluğu karşısında Şeyh Hamran’dan ateşe girmesini ister, ta ki ateş iyice zayıflayana kadar ateş içinde kalan Ş.Hamran bir süre sonra dumanlar arasından çıka gelir. Şeyh Said hakkında anlatılan buna benzer birçok menkıbe bulunmaktadır. Fakat biz bu menkıbeler içinden en bilinenleri ve en önemlileri derleyip tezimizde işlemeyi uygun gördük.
2. BÖLÜM: KİLİS MERKEZDE BULUNAN TÜRBELER
A) ŞURAHBİL bin HASENE (R.A) TÜRBESİ ve ZAVİYESİ
Şurahbil Hasene Zaviyesi’nin giriş kapısından görünümü
Şurahbil Hasene Türbesi ve Zaviyesi Kilis’in kuzeyinde bulunan ve üzerinde varlığı tespit edilmiş kale ile aynı adla anılan “Re’s-ül-Osman Dağı’nın” eteğinde yer alan, bulunduğu yere farklı ve güzel bir atmosfer kazandıran oldukça güzel Kilis’in bugünlerde kullanılmayan meşhur aktaşından yapılmış tarihi bir eserdir. Türbe, mescit ve zaviyeden oluşan yapılar bütününün oldukça eski bir tarihi vardır. “Günümüze gelebilen kitabelerin hepsi onarım kitabesidir. Zaviyenin ne zaman yapıldığı konusunda kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Zaviyenin haziresindeki Şurahbil bin Hasene gerçekten burada gömülü ise, bu zaviye de Türklerin Anadolu’ya yerleştiklerini ortaya çıkarmaktadır. Osmanlı arşivlerindeki 1617 tarihli bir belgede bu zaviyenin ismi geçmektedir. Evliya Çelebi de bu dergâhtan söz etmektedir. Bu da zaviyenin XVII. yüzyılın ilk yıllarında bulunduğunu göstermektedir. Daha önceki dönemi ile ilgili kesin bilgi bulunmamaktadır. Dergâhın banisi ve mimarı hakkında da bir bilgi bulunmamaktadır.
Zaviyenin Şurahbil’e ait olduğu söylenen mezarın yanındaki mescit zamanla doğuya doğru genişletilmiş, avlusunun çevresine diğer yapılar da yerleştirilerek dergâh ortaya çıkarılmıştır. Zaviye avlusu ile birlikte 27.85x24.10 m. ölçüsünde dikdörtgen planlıdır. Avlunun üç tarafında üç eyvan, güneydoğu köşesinde mescit, güneydeki eyvanın batısında türbe, doğusunda da mutfak ve kiler, kuzeyinde de derviş hücreleri bulunuyordu. Zaviyenin doğusundaki eyvan mutfak, kiler ile kuzeydeki hücrelerin eyvanın avluya bakan cepheleri muntazam kesme taştan yapılmıştır. Dış cephelerde moloz taşa yer verilmiştir. Mescit ile batısındaki eyvan ve türbe yine düzgün kesme taştan yapılmıştır. Buradaki bir kitabeden 1902 ve 1913 yıllarında bu bölümlerin onarıldığı anlaşılmaktadır. Buna göre zaviyenin en eski bölümleri avlunun kuzey ve doğu kanadıdır.
Zaviyenin dikdörtgen planlı avlusunun girişi batı yönündedir. Bu avlunun güneydoğu köşesinde 14.40x4.15 m. ölçüsünde dikdörtgen planlı mescit bulunmaktadır. Tek sahınlı bu mescidin giriş kapısı üzerinde Kilis Ağası, Hüseyin Ağa’nın 1913 yılında yaptığı onarımı gösteren bir kitabe bulunmaktadır. Mihrabın kuzeyindeki bir kapıdan da sağ tarafta Şurahbil’e ait olduğu sanılan türbe bulunmaktadır. Mihrabın önünde kare mekânlı bir alan meydana getirilmiş ve üzeri küçük bir kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbe beşik tonozların ve sivri kemerlerin yardımıyla yan duvarlar üzerine oturtulmuştur. Kubbe kasnağı içten yuvarlak, dıştan da sekizgendir. Bunun dışında kalan bölümler ise beşik tonozlarla örtülmüştür. Mihrap mescidin güney duvarının kenarındadır ve dışa doğru çıkıntı yapmıştır. Mihrabın bir özelliği bulunmamaktadır. Buradaki bir kitabeye göre de bu bölüm 1902 yılında onarılmıştır.
Türbeye batıdan girilmektedir. Üzeri çapraz tonozlarla örtülmüştür. Bir büyük, bir de küçük pencere ile içerisi aydınlatılmıştır. İç kısmında bezeme elemanına rastlanmamaktadır. Türbenin batısında 1960 yıllarında yapılan minare bulunmaktadır. Mescidin kuzeyindeki sivri
kemerle avluya açılan eyvanın kuzeyinde kiler ve mutfak yer almıştır. Zaviyenin helâları avlunun kuzeydoğusuna yerleştirilmiştir.”[12]
Şurahbil Hasene Türbesi’nin içinden sandukanın görünümü
İlk Müslümanlardan olan ve Hz. Peygamber (S.A.V) efendimize vahiy kâtipliği yapacak kadar yakın olan bu sahabenin birçok kaynak Hicret’in 18. yılında Kudüs yakınlarında bir salgın hastalık sonucu tam yirmi beş bin kişilik bir asker topluğu ile beraber vefat ettiğini bildirmektedir. Lakin verilen bütün bu bilgilere rağmen Kilis halkı Şurahbil Hasene’nin Kilis’te meftun olduğu konusunda ısrar etmektedir. Kim bilir belki de Şurahbil Hasene o salgın hastalıktan kurtulmuş ve daha sonra Kilis’e gelmiş ve burada vefat etmiştir. Fakat şu hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir gerçektir Şurahbil Hasene’nin dünya üzerindeki tek türbesi Kilis’tedir. Bunun adı makam veya başka bir şey olsun önemli değil. Her geçen gün bu türbe özellikle çevre illerden hatta Bursa, İstanbul… gibi batı illerinden dahi ziyaretçi çeken bir yer, mekân haline gelmektedir. Kilis’te Şurahbil Hasene için yapılan ilk türbenin yapılmasına sebep gösterilen menkıbe şöyledir:
İMDADA YETİŞEN ŞURAHBİL HASENE
Bir vakit, Hicaz civarında bir savaş sırasında Kilisli bir asker çok zor durumda kalır ve hayatı tehlike girer. Tam umudunu kaybettiği, her şey bitti dediği bir anda aksakallı, nur yüzlü biri karanlık geceyi aydınlatarak çıkar gelir ve elinden tutarak onu kurtarır. Sonra bu aksakallının kim olduğunu merak eden asker sorar, “sen kimsin, bana neden yardım ettin?” der. Aksakallı ise ona, “ben senin hemşerinim diyerek elinden tekrar tutar ve askere tayy-ı zaman, tayy-ı mekân yaşatarak bir anda onu Kilis’e bugün türbenin olduğu yere getirir. “bak işte benim yerim burası, ben Şurahbil bin Hasene’yim, senden bu iyiliğime karşılık burada benim kabrimi belli edecek bir türbe yapmanı istiyorum.”der. Ve gözden kaybolur. Asker kendine geldiğinde yaşadıklarına bir anlam veremez. Bir süre sonra Kilis’e gelen asker ilk iş olarak kendisine dendiği gibi Şurahbil Hasene’nin türbesini yaptırır.[13] Bu menkıbeden anlaşılacağı üzere İslam’ın ilk yıllarında Kilis’te böyle bir türbenin varlığı söz konusu değil, zaten türbenin bilinen en geç kayıtlarını; ancak 1617 yılına kadar indirebilmekteyiz. Fakat bu tarih, türbe ve zaviyenin ilk inşâ tarihi değildir. Birçok araştırmacı, tarihçi ve yazar bu karmaşık yapının daha önceki bir tarihte yapılmış olduğu konusunda hemfikirdir.
Birçok kimse bugün türbeyi ziyaret esnasında mutlaka avluda bulunan bu kuyudan şifa bulmak ve dualarının kabul olması niyetiyle su içer.
Yine öyle anlatılır ki, türbenin eski bakıcılarından olan Altun Baba “dede” kalbi çok temiz ve iyi bir müslümandır. Altun Dede bir gün sabah namazı için abdest almak ister ve kuyudan su çeker; fakat ne görsün kuyudan su yerine bir kova altın çıkar. Altun Dede tam üç defa altınları tekrar kuyuya boşaltır. Dördüncüsünde ise, “ Ya Rabbi ben senden altın değil abdest almak için su istiyorum.”deyip kovayı tekrar kuyuya salar ve nihayet bir kova su çeker, abdest alır ve namazını kılar.
İşte bu sebepten dolayı bu kuyunun suyunun şifalı olduğuna inanılır. Şurahbil Hasene türbesine ekseri felçli hastalar getirilir ve bu hastaların tutmayan hastalıklı azaları bu kuyunun suyu ile yıkanır.
B) ŞEYH MANSUR SİMATÎ (R.A)TÜRBESİ
Şeyh Mansur Simati Türbesi’nin dış cepheden görünümü.
Bu türbe yaklaşık olarak Kilis’in üç km. güneyinde bağlar, fıstıklıklar, zeytinlikler ve sebze bahçeleri içinde yer alır. Türbenin bulunduğu mekan gayet hoş bir manzaraya sahiptir. Bu sebeple Kilisliler buraya hem ibadet hem de piknik yapmak için sıkça gelirler. Özellikle bu türbeye adaklar adayıp kurban keser, mevlit okuturlar.[14] Şeyh Mansur’un asıl kimliği kesin olarak bilinmemekte olup Evliya Çelebi, Seyahatnâmesi’nde bu türbe hakkında şu bilgileri verir.
“ Hz. Peygamberin ashabından olup, Çeşnigirbaşı (sofra açan) olduğu bu sebeple Simatî ismi ile anılan ve Hz. Ebu Bekir’in halifeliğinde Kilis’e gelip burada şehit düşmüş bir sahabedir.” der. Evliya Çelebi türbenin bulunduğu alanda bir de tekke olduğunu belirtirken bu alanda bir başka türbe içinde Şeyh İzzeddin ve Şeyh Yûsuf adlı iki şahıstan daha bahseder[15] ki, ne tekke ne de bu bahsedilen diğer türbe günümüze ulamamıştır. Bu bilgilere dayanarak burada eğer bir zamanlar bir tekke varsa bu tekkenin şeyhinin adı Şeyh Mansur’dur. Adı geçen sahabe ise burada çok daha önce şehit olmuştur ve tekke bu sahabenin kabrine yakın bir yere inşa edilmiştir. Zamanla bu iki ayrı isim birlikte anılmaya başlamıştır. Yine burada adı geçen tekke içinde bulunan diğer türbe içinde yatan iki şeyh ise bu tekkenin Postnişinleri veya önde gelen müritlerinden ikisidir. Tabi bunların hepsi bizim kaynaklardan okuduklarımızdan hareketle dile getirdiğimiz varsayımlarımızdır.[16]
KARNI BÜYÜK VARKEN BİZİ NİYE YORDUN?
Gelelim bu türbe için anlatılan menkıbeye. Bilindiği üzere daha 1900’lü yılların başına kadar Kilis’te epeyce fazla bir Yahudi bulunmakta idi. Yine bir gün Kilis’te yaşayan Yahudilerden biri Şeyh Mansur Türbesi yanından geçerken hayvanında yüklü olan zeytin, buğday veya bu türden başka bir şeyle dolu olan (tellüs haralı)[17] yıkılır. Yahudi yükünü tekrar hayvanına yüklemekte zorlanınca kendi kendine, “ bu Müslümanlar sıkışınca yetiş ya pir derler.”deyip. ‘yetiş ya pir yardım et diye seslenir.’ Bunun üzerine kısa bir süre sonra aksakallı, Arabî yüzlü, irice bir adam gelir, ona yükünü tekrar yüklemesinde yardımcı olur. Ve giderken der ki, “senin ağzının önünde hemen şuracıkta karnı büyük kardeş var. Onu niye çağırmadın da beni taa Bağdat’tan beri yordun.”der. Bu olay üzerine Yahudi bu gelenin Abdulkadir Geylani olduğuna kanaat getirip Müslüman olur.[18]
C)TALHA BİN UBEYDULLAH VE ZÜBEYR BİN AVVAM (R.A) TÜRBESİ
Hz. Talha ve Zübeyr daha sağlıklarında iken cennetle müjdelenen on sahabe arasında yer almaktadırlar. Bu iki zat-ı muhteremin adlarını taşıyan türbe Kilis’in Abdioymağı Caddesindedir. Halep Salnâmesinde “ Kilis’te Abdi Mahallesi’nde Talha Hazretlerinin merkadi vardır.” şeklinde bir ibare bulunsa da, Evliya Çelebi Seyahatnâmesinde bu türbeden bahsetmez.[19] Ayrıca diğer bütün kaynakların verdiği bilgiye göre hem Hz. Zübeyr hem de Talha başka yerlerde vefat etmişlerdir. Ne var ki, halkımız ısrarla bu türbenin onlara ait olduğunu iddia etmektedir. Bizim bu tezimizin asıl konusu bu türbe içindekilerin kimliklerinden ziyade bu türbe etrafında anlatılan menkıbeler ve bu türbenin Kilis’teki tasavvufi hayata etkileridir. Yalnız tezimiz için araştırma yaparken edindiğimiz bilgilerden hareketle şu yorumu yapabiliriz. Türbenin bulunduğu Meşhedlik adı da şehitlik anlamındadır. Kilis, Arap İslam coğrafyasına yakın bir mevkidedir. Kilis ve çevresinin ilk defa Hz. Ebu Bekir veya daha kuvvetli bir ihtimalle Hz. Ömer devrinde fethedildiği bilinmektedir. Halkımızın nesillerden beri birbirine aktardığı bilgiye göre bu türbeyi de içine alan geniş alan çok çetin bir savaşa sahne olmuştur. Bu savaştan sonra bu alana meşhedlik adı verilmiştir. Kuvvetli bir olasılıkla Hz.Talha ve Zübeyr de adı geçen diğer birçok sahabe gibi Kilis’e gelmiş olmalıdır. Her ikisinin de Kilis dışında vefat ettikleri birçok araştırmacı tarafından tarihi belgeler ile ispat edildiğine göre bu türbe içindeki iki sanduka onların adına yapılmış makamdır. Diyelim ki, bu türbe içinde gerçekten dinen önemli iki şahıs var. Burada da karşımıza şu iki olasılık çıkar: Bir, ya bu türbe içinde yatanlar gerçekten sahabedir; fakat adlarını kesin olarak bilemediğimiz başka sahabelerdir. İki, ya da bu türbe içinde meftun bulunanlar, burada bir zamanlar varlığından bahsedilen Hz. Talha Zaviyesi’nin geçmişte yaşamış ve öldükten sonra zaviye içine gömülmüş iki postnişinidir. Bu bize göre daha muhtemeldir. Çünkü öğrendiğimize göre türbe yakın bir tarihe, 1930’lu, 1940’lı yıllara kadar oldukça geniş ve güzel bir bahçe içinde yer alıyormuş. Daha sonra bu türbe ve bahçesi devlet tarafından satılmış ve şahıs malı duruma gelmiş. Bu bilgilerden hareketle ve Kilis’te tasavvufun bir zamanlar oldukça ileri bir seviyede olduğunu da düşünerek, pekâlâ diyebiliriz ki, bu türbe bir zamanlar bir Rufaî veya Kadirî tekkesidir. Bu bilgiye türbe içinde bulunan Rufaî zikirlerinde kullanılan mavsar, kudüm, halliye, topuz, şişler yanında Rufaî tarikatının sembolü olan geyik boynuzları da delil olabilir. Abdulkadir DÜNDAR hocamız “Kilis’teki Osmanlı Devri Mimari Eserleri” adlı çalışmasında günümüze ulaşamayan zaviyeler bölümünde bu bilgiyi doğrulamaktadır.
SABRET İÇKİĞİ, BIRAK AZ KALDI, ÇİLEN DOLACAKTIR
Kilis’te tasavvufla ilgilenen hemen herkes bu türbe hakkında birbirine benzer menkıbeleri bilir. Biz bu tezimizi hazırlarken gördük ki Kilisliler bu türbeye çok önem veriyor, birçok kimse bu türbe ile ilgili başından geçen bir olay anlatmaktadır. İşte bunlardan biri Ökkeş GÜL.[20] Ökkeş amca gençlik yıllarında çok sıkıntılar çekmiş ve bu sıkıntılar neticesinde kendisini içkiye vermiş. Gençlik yıllarında artan geçim sıkıntısı üzerine hanımını da kaybetmenin verdiği üzüntü ile kendini içkiye veren Ökkeş Amca alkolik olma derecesine gelir. O, yine böyle zil zurna sarhoş olduğu bir gece türbe yakınından geçerken türbeye yaklaşır, “Allah’ım eğer burada birileri varsa ve gerçekten mübarek insanlarsa benim bu halime onların hürmetine bir çare ihsan eyle.”der. Bu şekilde kendi kendine söylenirken tağanın[21] kanatları açılır ve içerden kendisinin Talha Bin Ûbeydullah olduğunu söyleyen aksakallı biri çıkar ve o ona,” bu içkiyi bırak, namaza başla, Allah’ın izni ile bütün sıkıntıların bitecektir, az kaldı, sabret, çilen dolacaktır.”der. O gece oracıkta bayılan Ökkeş Amca kendisine gelince türbeye yakın olan evine gider ve sabah olduğunda kendi kendisine içkiyi bırakma kararı alır. Aradan çok kısa bir zaman sonra arkadaş çevresinin teşviki ile başka bir kadınla evlendirilir ve geçimce de oldukça rahatlar.
|