TÜRK TOPLULUKLARI


 


TÜRK TOPLULUKLARI


Afganistan Türkleri 


Nüfusları 1.800.000 civarında
olup yaşadıkları şehirler, Farab, Belh, Samangan, Kunduz, Tahhar ve
Bedahşan'dır. Bunlar Özbekler, Türkmenler, Kazaklar ve Kırgızlar olarak alt
gruplara ayrılmış olup sürekli bir iç savaşın yaşandığı ülkede durumları
belirsizdir. Ancak Özbek General Raşid Dostum komutasındaki Özbekler, Taliban
vb. gruplara karşı mücadele vermektedirler.  


       
           
Afganistan'da Türk dilini konuşanlar genel nüfusun % 10'unu kapsarlar. Türkçe
burada üçüncü sırada dil grubudur. Afganistan'da sağlıklı bir nüfus sayımı
yapılamadığı için verilen değerler tahminidir. Afganistan'daki Türk grupları
şunlardır; 


Özbekler: Afganistan'da, Farab, Belh, Mezar-ı Şerif, Samangan ve Kunduz'da
yaşamaktadırlar. Sayıları 1 ile 1.5 milyonu bulduğu sanılmaktadır. Çiftçilikle
ve hayvancılıkla uğraşırlar. 


Türkmenler: Ülkenin Kuzeybatısında yaşarlar. Tahmini sayıları 200 bin civarındadır.
Bunlar Teke, Şalar, Sarık, Çekra, Mavrı, Tarık aşiretleridir. Genellikle göçer
vaziyette yaşamaktadırlar. 


Kırgızlar: Afganistan'ın kuzeybatısında Tahhar ve Bedahşan bölgelerine
yerleşmişlerdir. Sayıları 90 bin civarındadır. Büyük çoğunluğu hayatlarını
göçebe olarak sürdürmektedirler. 


Kazaklar : Sayıları azdır. Tamamı göçebe olarak yaşarlar. Çin bölgesinden göçebe
olarak geldikleri zannedilmektedir.Afganistan'da Türk dili konuşanların
okuma-yazma oranları çok düşüktür. Ekonomileri pamuk ve şeker pancarına
dayanmaktadır. Ayrıca hayvancılık önemli bir yer tutar. Karakul koyunu ve el
halıcılığı revaçtadır. 


Ahıska
Türkleri 


            1578 yılından
1828 Rus işgaline kadar Anadolu'dan bölgeye yerleştirilen ve Anadolu
Türklüğü'nün ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri'nin asıl vatanı bugünkü
Gürcistan Cumhuriyeti'nin toprakları içinde kalan ve Türkiye ile komşu olan
Ahıska, Ahılkelek, Aspinza, Adıgen ve Bogdanovka vilayetleridir. Buraya
yerleşen Türkler'e Ahıska Türkleri denmesinin sebebi ise bu vilayetleri içine
alan bölgenin coğrafi isminin Ahıska olmasından ileri gelmektedir.
           


Son 70 yılda 3 defa sürgüne
uğrayan ve 1944 yılında kanlı diktatör Stalin'in hışmına uğrayan ve sürgüne
tabi tutulan bir Türk grubu da Ahıska Türkleri'dir. Ahıska Türkleri bu kanlı
sürgünde SSCB'nin birçok bölgelerine dağıtılmışlar ve binlerce şehit
vermişlerdir.


Ahıska Türkleri bugün 13 Cumhuriyetin 264 değişik bölgelerinde
yaşamaktadırlar. Rusya Federasyonunu 28 yerleşim biriminde 70 bin,
Kazakistan'da 145 bin, Azerbaycan'da 106 bin, Kırgızistan'da 57 bin,
Özbekistan'da 30 bin, Ukrayna'da 18 bin, Türkiye'de 200 bin, çeşitli ülkelerde
3000 olmak üzere 629 bin Ahıska Türkü yaşamaktadır.. Bunların sosyal, kültürel
ve eğitimle ilgili pek çok problemleri mevcuttur.  


           
 Bulundukları ülkelerde oluşturdukları kültür merkezlerinde Ahıskalılar
kimliklerini koruma mücadelesi vermektedirler.Özbekistan, Kazakistan ve
Kırgızistan'da Ahıska Türklerinin kurduğu çok sayıda Türk Kültür Merkezinde bu
çaba gösterilmektedir.Özbekistan'da bulunan Ahıskalılara ait kültür merkezi,
Özbekistan Medeniyet Vakfı bünyesinde 1992 yılı başında "Türk Medeniyet
Merkezi" adı ile kurulmuştur. Merkezin başında Dr. Ömer Salman
bulunmaktadır. Kazakistan Ahıska Kültür Merkezi 1991 yılında Dr. Tevfik
Kurdayev Haşimoğlu tarafından Almatı'da kurulmuştur. Merkezde Türkçe, din
bilgisi gibi dersler verilmektedir. Ayrıca merkez, Türkiye'den Kazakistan'a
giden Türk vatandaşlarına da kapılarını açmaktadırlar.Kırgızistan'da bulunan
Ahıska Türkleri tarafından 1991 yılında kurulan Türk Medeniyet Merkezi'nin
başında eski milletvekili İzzet Maksudov bulunmaktadır. Bu üç merkezin
stratejik açıdan önemleri çok büyüktür. Türk, Kazak, Kırgız, Özbek
kardeşlikleri arasında nifak tohumları ekmek isteyenlere karşı bu merkez mühim
görevler üstlenebilecek yapılanmalar haline getirilebilir. 


            Ahıska
Türkleri'nin neden sürgüne tabi tutuldukları tam 47 yıl gizli tutuldu. Gerekçe
olarak bu 47 yıl boyunca ileri sürülen ise yalnızca tahmin edilen, varsayılan
gerekçelerdi... 1991 yılında sürgünle ilgili belgelerin önemli ölçüde
yayınlanmasıyla konu açıklık kazandı. SSCB'nin Halk İçişleri Komiseri Gürcü
asıllı Lavrentiy Beriya, savaş sebebiyle bütün yetkileri elinde toplayan Devlet
Savunma Komitesi Başkanı Gürcü İ. V. Stalin'e gönderdiği teklif niteliğindeki mektubunda
(24 Temmuz 1944) "Gürcistan SSC'nin Türkiye sınırlı bölgelerinde oturan
Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas
etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde olup, kaçakçılık yapmakta, Türk
istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı oluşturmakta ve eşkiyaya
insan gücü temin etmektedir" diyerek, bu sebeple 16700 hanenin (86 bin
kişilik nüfus, bazı kaynaklarda bu rakam 91 bin olarak ifade ediliyor, ayrıca
40 bin kişi de askerde) Ahıska bölgesinde Orta Asya'ya sürülmesini ve bunların
yerine de Gürcistan'ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7000 Gürcü hanenin
iskan edilmesini teklif ediyordu.
           


            Bu teklifini
bir hafta sonrasında Stalin tarafından imzalanan yukarıda zikredilen tarih
sayılı Devlet Savunma Komitesi Kararıyla da "sürgün" başlıyordu. İşin
ilginç tarafı Beriya'nın hazırladığı gerekçeli teklif ile Stalin'in imzaladığı
gerekçeli kararın aynı ifadelerden oluşmasıydı. Şüphesiz ki bütün bunlardan
daha ilginç olanı gerek teklifte, gerek kararda yer alan iddiaların gerçek
dışılığı ve ciddiyetten uzaklığıdır. 


            Türk
toplulukları içerisinde kendi yönetimi olmayan tek Türk topluluğu olan Ahıska
Türkleri kendi okulları ve yayın organları yoktur. Yeni yeni kültür merkezleri,
dernek veya cemiyet kurmaya başlamışlardır. Geniş bir alana sürüldükleri halde
Türklüklerinden hiçbir şey kaybetmemişler, bugüne kadar Türk adını şan ve
şerefle yaşatmışlardır. 


            Dede Korkut
Kitabı'nda "Ak-Sıka" (Ak Kale), 481 yılına ait kayıtlarda
"Akesga" adlarıyla anılan eski Oğuzlar beldesi Ahıska, Gürcüce
"Yeni Kale" anlamına gelen Ahal-Thise'nin Türkçe ve Farsça şekli
olarak da yorumlanmaktadır. İslamın ilk fetihleri esnasında Hz. Osman'ın
hilafetine rastlayan dönemde Şam valisi Muaviye'nin kumandanlarından Habib b.
Mesleme tarafından ele geçirilen Ahıska, 1267-68 yıllarında da Moğolların
hakimiyeti altına girmiş, daha sonraki yıllarda bölgenin yarı bağımsız valileri
"Atabeğ"ler tarafından yönetilmiştir. 


            Ahıska,
Atabeğleri Lala Mustafa Paşa'nın, Çıldır Savaşı (1578) sonunda Osmanlı
idaresine girdiler. Son atabek Minüçihr Osmanlı'ya bağlılığını bildirerek
müslüman oldu ve Mustafa Paşa adını aldı. Bu tarihten sonra Ahıska yeni kurulan
Çıldır eyaletinin merkezi haline getirildi ve tahriri yapıldı. Ancak, Çıldır'ın
savaşlarda harap olması üzerine Ahıska eyalet oldu, bir ara Safevilerin de
eline geçen şehir, 1635 yılında tekrar Osmanlı hakimiyetine girdi. 1828 yılında
Rusların idaresine girinceye dek tam 250 yıl Osmanlının serhat şehri olarak
kalan Ahıska Türkiye sınırlarından kopunca bu bölgede yaşayan Serhat
Türklerinin kötü talihi de işlemeye başladı.  


            1853-1856
Osmanlı-Rus savaşı esnasında bir kısım Ahıskalı Osmanlı ordusuna yardımcı
oldukları gerekçesiyle üzerlerinde yoğunlaşan baskılardan kaçarak Erzurum'a
sığındılar. Yine bu savaş sonrasında Kars'ın Osmanlı sınırlarından
koparılmasıyla Ahıska Türkiye sınırından bir hayli uzakta kaldı. Bu dönemde
Kuzey Doğu Anadolu'dan Ahıska bölgesine doğru bir Ermeni göçü yaşandı. 


Balkan
Türkleri 


Türkler'in Balkanlara yerleşmesi
çok eski tarihlere dayanmaktadır. Türkler Balkanlar'a iki ayrı yoldan
gelmişlerdir. Birincisi Hazar Denizi-Karadeniz kuzeyinden, ikincisi ise
güneyden Anadolu üzerindendir.       


Balkanlar'a gelen ilk Türk
kavimleri MS 300 yıllardan itibaren Karadeniz'in kuzeyden geçerek bölgeye
yerleşmişlerdir. Bunlar Oğur (Utrugur, Kutrugur), Bulgar, Peçenekler, Oğuzlar,
Kumanlar (Kıpçaklar) gibi Türk boylarıdır. Ancak bu Türk kavimlerinin büyük bir
çoğunluğu Hıristiyanlığı kabul ederek Slavlaşmışlardır. Sayıları yediyi bulan
bu Türk boyları tarihçiler tarafından "Kayıp Türk Kavimleri" veya
"Asimile Kavimler" "olarak adlandırılmıştır. Tarihçilere göre
Orta Asya'daki göçebe hayatını devam ettiren, bir türlü yerleşik ve organize
olmayan bu boyları birbirleri ve/veya bölgedeki Bizans, Slav, Lâtin vb.
gruplarla girdikleri amansız çatışmalar, özellikle Slav ve Bizanslıların
ideolojik baskıları sebebi ile kimliklerini kaybetmişlerdir. 


      
            Balkanlar'a
giren ikinci Türk kuşağı ise Anadolu üzerinden olmuştur. Orta Asya'dan gelip
Anadolu'ya yerleşen Türkler, Osmanlı Beyliği zamanında Çanakkale boğazını
geçerek Balkanlar'a ayak basmış, 1526 yılında kazanılan Mohaç zaferi ile
Balkanlar'da kesin ve mutlak Türk egemenliği başlamıştır. Anadolu'dan seçme
aileler Batı Trakya, Bulgaristan, Makedonya, Eski Yugoslavya ve Romanya'ya
yerleştirilmiştir. XIX.nci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunun zayıflamaya
başlaması ile Balkanların yavaş yavaş yitirilmesi ve 1830 yılında Yunanistan'ın,
1878 Berlin Anlaşması ile Sırbistan, Romanya ve Karadağ'ın bağımsızlığının
kabulü, 1909 yılında yapılan Petersburg anlaşması ile Bulgaristan'ın, 1911-12
Balkan Savaşı esnasında Arnavutluğun bağımsızlığını kazanması sonucu Balkanlar
Türk hakimiyetinden çıkmıştır. 


      
            Özellikle
1830 yıllarından sonra Balkanlar Türk insanı mezbahası haline gelmiş, Türk
şehirleri yakılıp yıkılmış, Türk mal varlığı yağmalanmış, Anadolu'ya akın akın
göç başlamıştır. Bütün bunlar sonucu Türkler Balkanlarda kimliklerini muhafaza
etmeye çalışan azınlık haline düşmüştür. 


Batı Trakya Türkleri 


Balkanlardaki Türk Kültürel
varlığı şu andaki bilgilerimizin ışığı altında milattan hemen önceki yıllara
kadar uzanmaktadır. Bundan önceki dönemlere ait bir takım veriler son
zamanlarda ortaya çıkmakla beraber kesin bir değerlendirme yapabilmek için
yeterli görülmemektedir. Balkanlardaki Türk kültürel varlığı iki koldan
gerçekleşen kitlevi göçler sonucunda oluşmuştur. Kuzeyden Onogur-Bulgar,
Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak göçleri, güneyden de Oğuz Türklerinin göçleri ve
yerleşmeleriyle Balkanlar Türkleşmeye başlamış, 14 ve 15. y.y. da tamamen Türk
kültürünün hakim olduğu bir bölge haline gelmiştir.     


 Bundan daha sonraki
gelişmeler sonucunda Balkanlardan bir med-cezir hareketi gibi bir çekilme söz
konusu olmuş, dünyadaki değişmeler, gelişmeler, kuzeydeki Slav kültürünün
gelişmesi ve buradan gelen baskı ve çatışma, hem de politik mücadeleler ve aynı
zamanlarda büyükçe bir sömürge imparatorluğu kurmuş olan İngiltere'nin baskıları
arasında kalma sonucunda Balkan savaşına kadar Osmanlı adım adım geri çekilerek
bugünkü Türkiye sınırlarına kadar ulaşmıştır. 1912-1913 yıllarından sonraki
gelişmelerle de son sınırlar çizilmiş, bununla beraber Türk kültürel varlığı
bölgedeki hem Oğuz hem Kıpçak Türklerinin bakiyeleri şeklinde hayatlarını devam
ettirmektedir.  


            Tabii
bunların bir kısmı Türkiye üzerinden göçerek Balkanlarda iskan edilen Evlad-ı
Fatihan torunları, Oğuz Türkleridir. Diğerleri de yine kuzeyden gelerek
yerleşen, Onogur-Bulgar, Peçenek, Uz, Kuman-Kıpçak Türkleridir. Bütün bu
Türkleridir. Bütün bu Türk toplulukları günümüzün Türk kültür varlığını teşkil
etmekle beraber aralarındaki çok küçük farklılıklar, içinde yaşadıkları
kültürlerin yöneticileri tarafından kullanılarak birbirlerine düşman edilmeye
de çalışılmıştır. 


            1950'li
yıllardan sonra Türkiye'deki siyasal değişime paralel olarak uygulanan yanlış
politikalar sonucunda Balkanlardan Türkiye'ye göçler büyük ölçüde devam etmiş,
göçmenleri oy deposu olarak gören bütün siyasi partiler belki de bilmeden
Balkanlarda Türk kültür varlığının budanmasına, azalmasına yol açmışlardır.
Bütün bu gelişmelere rağmen, yine de Türk ve Müslüman kültürel varlığı
Balkanlarda aşağı yukarı 12 milyonluk bir nüfusu oluşturmaktadırlar. 


     
            Günümüzde,
Balkan ülkelerindeki Türk kültür evleklerinin yukarıda kısaca anlatılmaya
çalışılan özellikleri sebebiyle teker teker ele alınarak değerlendirilmeleri de
bir zaruret olarak ortaya çıkmaktadır. Son 60-70 yıllık dönem içinde Balkan
ülkelerinin büyük bir çoğunluğu komünist rejim baskısı altında kültürel açıdan
deforme olmuş, bunun dışında kalan Yunanistan ise, Batı Bloku'na dahil olmasına
rağmen, daha acımasız asimilasyon politikalarını uygulayarak Türk varlığının
demografik verilere göre: normal nüfus artışıyla 500-600 bin kişiyi bulması
icap ederken, günümüzde 120 bin civarında bir Türk kültür varlığı Batı Trakya
bölgesinde kalmış durumdadır. Bu da; iki farklı ekonomik politikaya sahip olan
kültürlerin bir noktada birleştiğini gösteriyor.  


            Kültürel
açıdan her iki rejim de aynı şekilde asimilasyon politikaları uygulanmıştır.
Yunanistan’ın uyguladığı asimilasyon politikaları daha ziyadre psikolojik
olarak yıldırma, güven duygusunu azaltma, insanlar arasındaki güvensizliği
aşılama, yaygınlaştırma ve bu şekilde göçe zorlama şeklinde olmuştur. Buradaki
soydaşlarımızın büyük bir kısmı Türkiye'ye diğer bir kısmı da Avrupa'nın
değişik yerlerine ve bunun dışında kalan bir kısmı da Avustralya'ya yerleşmek,
göç etmek zorunda kalmışlardır. Buradaki kültürel kimlik savaşı halen devam
etmektedir. Bölgede kurulmuş olan hükümet dışı organizasyonların isimlerindeki
Türk ismi, son yıllarda kaldırılmış, buradaki bütün hükümet dışı kuruluşlar,
gönüllü kuruluşlar baskı altında varlıklarını devam ettirmeye
çalışmaktadırlar. 


Bulgaristan Türkleri 


Nüfusları 1.200.000 olup
bulundukları başlıca şehirler :Sofya, Şumnu, Kırcaali, Filibe, Dobruca, Varna,
Rusçuk, Silistre, Plevne, Tınova, Sofya.    


Tarihçe 


Güney Rusya bozkırlarından 7. yüzyılın
başlarından itibaren çeşitli sebeplerle göç eden ve Balkan Yarımadasına gelen
Bulgarlar, aslında Türk soyludurlar. Ancak yeni geldikleri bu bölgede zaman
içinde Slav halkları tarafından asimile edilmişler, kültürel kimlik bakımından
büyük çoğunluğu Slavlaşmıştır.15. yüzyıldan sonra Osmanlı Devleti Anadolu'dan
Türk nüfusu getirerek bölgeye yerleştirmiştir. Buna rağmen genel nüfus içinde
Türkler hep azınlıkta kalmışlardır.  


Nüfus 


          Bulgaristan 1940'ta
Türk nüfusun yoğun olduğu Dobruca'yı yeniden elde etmiş ve o günden sonra da
sınırlarda değişiklik olmamıştır. Dobruca bölgesinde Türklerden başka Türk dili
konuşan iki Türk azınlık daha bulunmaktadır.Bunlar, sayıları 7 bin kadar olan
Tatarlar ve Gagavuzlardır. Bulgarlar ülkedeki azınlıkları sürekli asimile
etmeye çalışmış; 1984-1985 yıllarında ise Türkçe isimleri yasaklayarak göçe
zorlamıştır. Türkler bu hadiseye tepki göstermiş; ancak, 1989 yılında 160.000
kadar Türk Türkiye'ye göç etmiştir. Sonraki yıllarda bu sayı 300 bine
ulaşmıştır.1985 yılından sonra Bulgaristan'da kalan Türkler, bazı alanlarda
Bulgar yurttaşların hak ve hürriyetlerine sahip olmuşlardır.1965 nüfus sayımı
verilerine göre Türkler 850 bin'e yakın sayıları ile genel nüfusun % 10'unu
oluşturmaktaydılar. 1985 sayımında ise Türk nüfus 1.600 bin civarına ulaşmıştı.
Bu durumda Türkler, genel nüfusun % 15'ini teşkil ediyorlardı. Bu nüfus
yoğunluklarıyla Bulgaristan'da Türk toplumu en kalabalık azınlık durumundaydı.
1989'dan sonra gerçekleşen göçler, bu sayıyı aşağı çekmiştir.Nüfusun büyük
çoğunluğu çiftçilik ve hayvancılıkla geçimini sağlamaktadır.


 


Göçler


Balkan Türklüğü, 1940 tarihinden
itibaren sürekli olarak Türkiye'ye göç vermiştir. 1944'e kadar 140 bin kişi,
1950-1951'de 155 bin kişi, l978 yılında ise 130 bin kişi Türkiye'ye gelmiştir.
1989 yılındaki göçmen sayısı ise 160 bin civarındadır. Bu göçlerden sonra
Bulgaristan Türkleri kırsal alanlarda kalmışlardır.  


Siyasi Varlıkları           


1993'den sonra Bulgaristan'da
Türklerin "Hak ve Özgürlükler Partisi" Bulgar Parlamentosu'nda yerini
almış ve üçüncü siyasi güç olarak 15 milletvekili çıkarmıştır. Ülkede halen 27
Belediye başkanı, 653 köy muhtarı Türk'tür.Devlet dinî kurumları denetim
altında tutmakta ve dini çalışmaları yönlendirmektedir.2001'de yapılan
seçimlerde ise 30 milletvekili çıkararak Bulgaristan'da ciddî manada siyasî bir
güç olmuştur.  


Eğitim      
    


Bulgaristan'da eğitim devlet
denetimindedir. Ülkede konuşulan Türkçe, Türkiye Türkçesine oldukça yakındır .
Türkçe ilk yıllarda azınlık okullarında öğretim dili olarak okutulurken daha
sonra kaldırılmıştır (1960). 1939' da Türklerin yüzde 15'i okula giderken 1957'
de bu oran yüzde 97'ye çıkmıştır. 1993'ten sonra ise yeniden Türkçe eğitim
başlamıştır. Bulgar Millî Radyosu'nda Türkçe yayınlar başlamış, "Filiz
Gazetesi" adlı Türkçe bir gazete yayına girmiştir. 


Gagavuzlar (Gökoğuzlar)      


Ortodoks Hristiyan bir Türk
topluluğu olan Gagavuzlar    


1989 nüfus istatistiklerine göre
eski Sovyetler Birliği sınırları içinde sayıları 197.164'tür. Bulgarlar,
Gagauzları "Türkleşmiş Bulgar" kabul ettikleri için Bulgar
istatistikleri bu konuda sessiz kalmakta, bu sebeple de bunların oradaki
sayılarını tespit etmek mümkün olmamaktadır. Ama Gagauzlar bütünü hesap
edildiğinde, bunların tahminen 250 bin olduğunu söylemek mümkündür.
    


Gagauzlar, din, dil ve kültürel
özellikler bakımından kendine has bir Türk topluluğudur. Gagauzya=Gagauz yeri
diye anılan Güney Moldova başta olmak üzere Ukrayna'nın Odesa ve eski bir
Baserabya toprağı olan Bolgrad'dan başka Kabardina-Balkar, Kazakistan,
Kırgızistan, Türkiye, Yunanistan ve Romanya'da yaşamaktadırlar. 


Bugün halâ halis bir Rumeli
Türkçesi konuşan Gagauzlar Ortodoks Hristiyanlardır. Günümüzde Moldova, Bulgaristan,
Ukrayna, Yunanistan, Romanya, Makedonya, Türkiye, Kazakistan, Özbekistan ve
hatta Arjantin'e yayılmış bir coğrafyada yaşamaktadırlar. Gagauzlar menşe'i ve
buna dayalı olarak da Gagauz adı üzerinde faraziye ileri sürülmüştür. Bunlardan
"Gagauzların İslâmiyeti kabul etmemek için Orta Asya'dan Avrupa kıtasına
kaçmış olan Türklerin torunları olduğu" gibi, tamamen gayri ciddi ve
mantık dışı olanlarını da bir yana bırakırsak, diğerlerini şöylece sıralamak
mümkündür. 


1. Gagauzların Uz (Oğuz)ların
torunları olduğu. Gagauz adının da Gök Uz'dan geldiği.


2. Gagauzların Selçuklu Sultanı
II. İzzeddin Keykavus'u takiben Sarı Saltuk liderliğinde Dobruca'ya gelip
yerleşen Anadolu Selçuklu Türklerinin torunları olduğu, Gagauz adının da
"Keykavus'tan geldiği".


3. Gagauzların "Türkleşmiş
Bulgar" oldukları. 


Günümüz genç Gagauz
araştırmacıları, Gagauzların, Oğuzların torunları olduğunu kabul etmekte,
Gagauz adının da Hak Oğuz'dan geldiğini ileri sürmektedirler. Gagauzların,
Oğuzlardan geldiği tezine katılmakla birlikte, Gagauz adının Hak Oğuz'dan
geldiğini kabul etmek mümkün değildir. Bir kavmin adını (Gagauz) kendi dilinde
bulunmayan bir kelime ile ifade etmesi mümkün değildir. 


Sonuç itibariyle en aklî ve
tarihî gerçek, Gagauzların, Peçenek, Uz (Oğuz) ve Kıpçaklarla Anadolu Selçuklu
Sultanı II. İzzeddin Keykâvus (1236-1276)'u takiben Dobruca'ya yerleşen
Selçuklu Türklerinden olduklarıdır. 


Bu Türk topluluğu tarih boyunca
Bizans, Selçuklu, Osmanlı, Bulgar, Romen ve Rus egemenliğinde kalarak, dil,
din, kültürel yabancılaşmalara ve baskılara karşı koyma mecburiyetiyle
yaşamıştır. Ayrıca Bulgaristan'da Provadya yakınında, Varna bölgesinde
köylerde, Dobruca ve Kavarna ile Bulgaristan'ın güneyindeki Yanbol ve
Topolovgrad çevresinde de Gagavuzlar yaşamaktadırlar.  


VII. yüzyıl ortalarında batı
Göktürk devletinin çözülmesi sonucu batıya başlayan ve ilkini Peçeneklerin
meydana getirdiği göç dalgası Türk tarihinin önemli olaylarından birini meydana
getirir. Türk illerinde başlayan iç mücadeleler sonunda Peçenekler batıya doğru
hareket etmiş, 860-880 yıllarında Don-Kuban nehirleri havalisine gelmişlerdir.
Daha sonraları bu hareketlerini sürdüren Peçenek kitleleri Don'dan Tuna'ya
kadar uzanan bozkırları işgal edip Kiev Rusyası ile komşu olmuş, 948 yılında da
Kive'i kuşatarak Knez Svyatoslav'ı öldürmüşlerdir. 


 Peçeneklerin bu sahada
bulunmaları Ruslarla düşman olmaları, Rusların Karadeniz'e inmelerini
engellemesi yanında, Peçeneklerin Bizansla dost olmasını sağlamış ve bu andan
itibaren Peçenek-Bizans ilişkileri başlamıştır. Bu sırada Peçeneklerin doğu
sınırına hücumlarını artıran Uz (Oğuz)lar, Peçenekleri sıkıştırdılar. Bir
yandan Oğuz kitlelerinin, diğer yandan Rusların baskısı sonucu Peçenek reisleri
arasında anlaşmazlık çıktı. 1046 yılında Belçer Oğlu Kegen 20 bin Peçenek ile Kağan
Turak'a karşı ayaklandı. Bu zor durumda kurtulmak isteyen Kegen, Bizans
İmparatorluğuna sığınmaya karar verdi. Hristiyanlığı kabul etti. 


 Bizans İmparatorluğu'ndan
Kegen'in iadesini isteyen Turak, isteğinin reddedilmesi üzerine, kendisine
bağlı kuvvetlerle Tuna'yı geçerek Bizans ülkesini yağmalamaya başladı. Fakat
aralarında çıkan salgın hastalık ve Turak'ın durumu iyi değerlendirememesi
sonucu Turak'a bağlı kuvvetler yenildi. Bunlardan 140 Peçenek büyüğü İstanbul'a
getirilerek Hristiyan edildiler. Esir edilen diğer Peçenekler ise Sofya-Niş
arasındaki ovalık bölgelere yerleştirildiler. Diğer kalanlar ise Makedonya'ya
iskan edildiler.Sofya-Niş arasına yerleştirilen Peçenekler, birkaç defa
Bizans'a başkaldırdılarsa da başarılı olamadılar. Ve 29 Nisan 1091 yılında
Kıpçak-Bizans ittifakı sonucu mağlup edilen Peçenekler askeri güç olmaktan
çıktılar. Bunların da bakiyeleri Balkanların değişik yörelerine
yerleştirildiler. 


Bizans ordusuna da pek çok Uz
alınmıştır. İşte bu Uzlar daha sonra Bizans tarihinde önemli rol oynayacak olan
Türkopol adlı askeri kıtaları meydana getirmişlerdir. Bu kıtaların 1071
Malazgirt Meydan muharebesindeki hizmetleri bir gerçektir. 


Uzların diğer bir kısmı ise,
geriye dönerek Rusya'ya sığınmış, onların sınır muhafızlığını yapmışlar ve
Karakalpakların teşekkülünü sağlamışlardır. Rusların etkisi ile Hristiyanlaşan
bu Oğuzlar, 1233 yılında Ruslarla-Kıpçaklardan müteşekkil ordunun Moğol
tarafından imhası üzerine kitleler halinde göç etmeye mecbur kalarak ikinci
defa Tuna nehrini geçmiş ve Türk kitlelerinin yoğun olarak bulunduğu Dobruca'ya
yerleşmişlerdir.Günümüzde ise Romanya'da sadece birkaç Gagauz köyü
bulunmaktadır. İstilalara ve sürekli değişen yönetimlere bağlı olarak sık sık
göç etmek zorunda kalan Gagauzlar'ın etnik çekirdeği de değişime
uğramıştır. 


Kültür, edebiyat, gelenek ve
görenekte Anadolu Türkleriyle birçok benzerlik taşıyan Gagauz Türkleri bugün
uzun mücadeleler sonucunda Maldova Cumhuriyeti içinde ve Moldova Anayasasına
eklenen bir maddeyle sağlanan Özel Hukuki Statüye istinaden Gagauz Yeri Özerk
Cumhuriyeti çatısı altında varlıklarını sürdürmektedirler. 


Makedonya
Türkleri   
 


Nüfus:
97.500      


Bulundukları başlıca şehirler
:Üsküp, Manastır, Gostivar, Kalkandelen, Ohri, Resne  


Bölgedeki Türk toplulukları
bulundukları ülkenin idari yapısına uymaktadırlar. Kosova ve Sancak'ta Türk
Demokratik Birliği Hareketi Türkler'i temsil etmektedir.  


Tarihçe 


Makedonya'dan bir çok kavim gelip
geçmiştir. Hunlar, Avarlar, Kumanlar, Peçenekler ve Osmanlı Türkleri uzun süre
bölgede yaşamışlardır.1300 yılından sonra da Anadolu'dan Makedonya'ya çok
sayıda Türk göçmen yerleştirilmiştir.1953 yılında, Makedonya'da 203 bin Türk
yaşarken bu nüfus bugün 97 500’e inmiştir. 


Ekonomi 


Makedonya'da Türkler tarım,
hayvancılık ve ticaretle uğraşmaktadırlar.  


Siyasi Yapı 


Makedonya'da bugün "Türk
Demokratik Birliği" kurulmuş ve bölgede yaşayan Türkleri temsil
etmektedir. Makedonya'da Türkçe gazete, dergi yayınlanmakta olup, aynı zamanda
Türkçe radyo yayınları da yapılmaktadır. 


Eğitim 


Makedonya'da Türkler arasında
eğitim Türkçedir. Doğu Makedonya'da dört yıllık Türkçe eğitim alma hakkı
vardır. Halen mevcut ilköğretim kurumlarında 264 öğretmen görev
yapmaktadır.Gostıvar'da bir genel lise ve bir meslek lisesi ile Kalkandelen'de
bir meslek lisesinde Türkçe öğretim yapılmaktadır. Üsküp'te de bir lise'de
Türkçe öğretim verilmektedir. Üsküp ve Manastır Üniversitesinde Türklere çok az
bir kontenjan ayrılmaktadır. Ülkede ayrıca Türk özel teşebbüsünün açtığı Türk
okulları vardır. Makedonya Türkleri bu okullara yoğun ilgi göstermektedir.
Ayrıca, Kosova ve Sancak bölgesinde de Türklerin sayısı 2 bine ulaşmıştır.
Burada Türkler Türkçe eğitim görmekte olup en çok Priştine kentinde
toplanmışlardır. 


Kosova
Türkleri 


1375 yılında Osmanlı
İmparatorluğu'nca feth edilen Kosova'ya Osmanlı geleneklerine uygun olarak
Türkler yerleştirilmeye başlanmıştır. 1877-78 harbinden sonra Osmanlı'nın
bölgedeki etkinliğinin azalması ile birlikte Türkler azınlık durumuna düşmeye
başladılar.  


Balkan savaşları sonucu elden
çıkan bölgedeki Türkler, krallık ve komünist Yugoslavya döneminde üç büyük göç
ve katliama uğradı. 1930 yıllarında toprağı kamulaştırma reformu altında
Türkler'in ellerinden arazileri zorla alınarak Sırplar'a verildi ve göçe
itildi. İkincisi ise 1956-60 yılları arasında gerçekleştirilerek Türkler'den
silah toplama kampanyası adı altında büyük eziyetlere başladı ve bunun sonucu
ikinci göç meydana geldi.       


Sırplar tarafından yapılan bu iki
baskı ve zulümden sonra, 1968-1990 yıllan arasında Türkler, Arnavutlar
tarafından asimile politikasını uygulamalarına maruz kaldılar. Yugoslavya 'nın
parçalanması ile bölgede başlayan Arnavut-Sırp çekişmesi sonucu yıllardır özerk
bölge statüsüne sahip olan Kosova'nın Sırplar tarafından kendilerine bağlanması
sonucunu açtı. 


Bütün bunlara rağmen Kosova'da
kalan resmi istatistiklere göre 12 bin, gerçekte 20-25 bin Türk, oradaki Türk
kültürünü yaşatmayı başardılar. Özellikle Priştine ve Dragasta çoğunluk olan
Türkler bugün kültür demekleri ve siyasî partileri ile Türk varlığım Sırp ve
Arnavutlar'a karşı yaşatma savaşına devam etmektedirler.


         Romanya
Türkleri   
      


Nüfus:
120.000     


Bulundukları başlıca şehirler:
Köstence, Mecidiye, Tulça, Kılıraş, Oltena, İbrail, Galats, Bükreş.


Bölgedeki Türk toplulukları:
Rumeli Türkleri, Tatar Türkleri
     


Romanya coğrafyasında Türkler çok
eskilere dayanmaktadır. Eski Türk kavimleri olan Oğurlar (Uzlar), Peçenekler,
Kıpçaklar ve sonra daha birçok Türk boyları Karadeniz Kuzeyinden gelip
Romanya'ya yerleşmişlerdir.


XIIl-XIV'üncü yüzyıllarında Altın
Ordu ve sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine giren bölgeye
birçok Türk gelip yerleşmiştir. Yediyüz yıla yakın süren Osmanlı hakimiyet
dönemi 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sonucu yapılan Berlin anlaşması ile bitmiş,
bağımsız hale gelen Romanya Osmanlı İmparatorluğu'ndan kopunca Romanya'da
yaşayan Türkler de anavatandan kopmuşlardır.    


Bugün nüfusları 95 bin civarında
olan Türkler, özellikle Tuna Nehri ile Karadeniz arasında kalan Dobruca
bölgesinde çoğunlukla yaşamaktadırlar. Anadolu'dan göç eden Türkler, Kırım
Türkleri (Tatarlar), Nogay Türkleri ile Gagauz Türkleri olan bu topluluklar
Romenler'le iyi ilişkiler içerisinde iç içe ve barış içerisinde
yaşamaktadırlar. Bugün Romanya'da Türk ve Tatar diye ikiye ayrılmış olan Türk
toplumunu tek bir federasyon halinde birleştirme çabaları sonuç vermeye
başlamış ve sağlam bir temele oturmak üzeredir.   


Çavuşesku Sonrası Romanya'daki
Azınlıklar
    


23 milyonluk nüfusu ve 237.000
km2lik yözölçümüyle Balkanların önemli bir ülkesi olan Romanya, 1989 Aralık
ayındaki halk ayaklanmasından sonra, gerek siyasi gerekse ekonomik alanda
girdiği darboğazlardan çıkmanın çabası içindedir. Eski Sosyalistlerden umduğunu
bulamayan ama demokrasiye olan inançlarını yitirmeyen Romenler, geçtiğimiz
yılın sonunda iktidara liberalleri getirdiler. Bunların, halkın beklentisine ne
derece cevap vereceğini ise zaman gösterecektir. Yarım asırlık bir komünizm döneminden
sonra dış dünyaya açılmaya çalışan Romanya, bir yandan da Rus tehditi
karşısında Nato'ya girmeye çalışmaktadır.   


Ülkenin kuzeyinde yer alan ve
çekilmesi Ruslar tarafından durdurulan 14. Ordu, iki ülke arasında önemli bir
problem olarak gündemdeki yerini korumaktadır.Romanya'nın nüfusunun %10'unu
azınlıklar teşkil etmektedir. Bunların en büyüğünü 1.620.198 kişiyle Macarlar
oluşturur. Diğerleri ise sırasıyla Romanlar (Çingeneler 409.723), Almanlar
(119.000), Ruslar, Ukraynalılar, Türkler ve Leh, Çek, Yunan gibi küçük
azınlıklardır. Romenler'in ileri derecede bir özerklik isteyen Macarlar
dışında, azınlıklarla ilgili bir problemi yoktur. Bu sorun da iki ülke arasında
imzalanan (16.09.1996) bir antlaşmayla şimdilik dondurulmuştur.    


Romanya, azınlıklara tanınan
haklar bakımından son derece ileri durumdadır. Bunda, 1989 Aralık ayındaki
ayaklanmada Macarlar'ın oynadıkları rolün etkisi gözardı edilmemelidir. Romen
anayasasının 6. Maddesiyle milli azınlıklara dil, din, kültür ve etnik
özelliklerini ifade etme ve koruma hakkı tanınmış; kanunlar çerçevesinde kendi
dillerini ve dinlerini öğrenebilmeleri, ana dilleriyle eğitim yapabilmeleri
serbest bırakılmıştır. Buna karşılık Türk azınlığın, kendilerine tanınan
hakları kullanma konusunda durumu hiç de iç açıcı değildir. Bunlara geçmeden
önce, Dobruca Türkleri'nin tarihine kısaca bir göz atmak yerinde olacaktır.


 Sancak
Türkleri   
      


Eski Yugoslavya sınırları
içerisinde, bugün kuzeyinde Bosna-Hersek, doğusunda Sırbistan, güneyinde
Kosova, batısında Karadağ ile çevrili olan 8687 km2 büyüklüğünde bir vilayet
olan Sancak, XV.nci yüzyılda Osmanlı hakimiyetine girerek Türkler'in
yerleşmesine sahne olmuştu.       


Daha sonra 1877-78 savaşı ile
Avusturya- Macaristan imparatorluğuna geçici olarak verilen Sancak vilayetinde
Türkler, XIX .ncu yüzyılda Rusya 'nın teşvikleri ile Sırbistan ve Karadağ'ın
soykırımına uğramışlardır. İşkence, etnik ayrımcılık ve göçe zorlama sonucu
Sancak Türkleri Türkiye'ye göçe başlamıştır.     


1980 yıllarında TİTO'nun ölümüyle
dağılma sürecine giren Yugoslavya, 1991 yılında parçalanınca Sancak vilayetinde
Sırp ve Karadağ zulmü ile Türk kıyımı tekrar başlamıştır.  


Bugün 350.000 Müslüman’ın
yaşadığı ve Türk-Osmanlı karakterini yansıtmakta olan vilayette Sırp-Karadağ ve
Bosna-Hersek arasındaki mücadeleye karşı Türk ve Müslümanlar "Sancak Milli
Müslüman Meclisi"ni kurarak haklarını korumaya çalışmaktadırlar.
      


Ancak Sırp ve Karadağ vahşeti
Sancak'ta bir türlü son bulmamaktadır. Bunların tek ve öncelikli gayesi Türk ve
Müslümanları korkutmak, yıldırmak, öldürmek ve göçe zorlamaktır. Bütün bunlara
rağmen Sancak Türkleri vatan topraklarında yaşamak, üzere mücadeleye devam
etmeye karar vermişlerdir. Atalarının kanıyla sulanmış topraklarım Sırp süngüsü
korkusu ile terk etmeye niyeti olmadığını da devamlı açıklamaktadırlar. 


Hazarlar ve
Karaylar   


Dünyada halen Hazar adı ile
anılan bir millet veya topluluk mevcut değildir. İsa sonrası VI-XI. yüzyıllar
arasında yaşadıkları ve büyük bir devlet kurdukları kesinlikle bilinen
Hazarların, hiçbir iz ve eser bırakmadan tarih sahnesinden silinmiş olması
mantıken mümkün görülemez. Dolayısıyla onların devamı ve mirasçıları
sayılabilecek bir topluluğun dünyada var olması gerekir. Bu varis topluluğu
öncelikle eski Hazar devleti sınırları içinde aramak gerekir. Yapılan
araştırmalar sonunda eski Hazar devleti sınırları içinde Hazarların bakiyyesi
sayılabilecek bir topluluk tespit edilmiştir ki, bu topluluk
"Karaylar" veya "Karaim Türkleri" dir.  


Karaylar son zamanlara kadar
çoğunlukla Kırım ve Kafkasya (Hazar Devleti alanı) çevresinde yaşayan, Türkçe
konuşan fakat Tevrat'a ve Hz. Musa'ya inanan Musevi bir topluluktur. Karayların
dilleri Türkçe, dinleri ise Musevîliktir. Kısmen Yahudiliği benimsemiş olan
Hazarlarla, halen eski Hazar devleti sınırları içinde yaşayan, onların
kültürlerini taşıyan ve Tevrat'a inanan Karay Türkleri arasında bir ilişkinin
olması tabidir. Dolayısı ile Hazarlarla Karaylar arasındaki ilişkiyi ele alıp
incelemek ve bu iki topluluğun siyasi ve dini tarihlerini kısaca gözden geçirerek
konuya açıklık getirmek yerinde olacaktır. 


Hazarlar 


Hazar kelimesi "gez"
anlamına gelen "kaz" kökünden türetilmiş Türkçe bir kelimedir.
"kazar", gezer anlamına gelmekte olup, Anadolu Türkçesi’nde serbest
dolaşan, bir yere bağlı olmayan göçebe demektir. Muhtemelen kelime, gezer,
gazar, kazar ve hazar şeklinde etimolojik bir seyirden sonra nihai şeklini
almıştır. Hazar kelimesi diğer dillerden Arapça’da "el-Hazar",
İbranice’de "Huzari, Kozar", Latince’de "Gazari, Chazari",
Gürcüce’de "Hazari", Macarca’da "Huszar" ve Çince’de
"Ko-sa, ka-sat" şeklinde kullanılmaktadır. 


Tarihçilerin büyük bir
çoğunluğunun Türklerin bir boyu olarak kabul ettiği Hazarları, bazı Batılı
bilim adamları sonraları Türkleşmiş bir boy olarak isimlendirmişlerdir. Hazar
adının Türkçe bir kelime olması bir yana, en eski Çin kaynaklarında
"Tu-kuo Ko-sa" yani Türk-Hazar tabirinin geçmesi ve Hazarlarla çağdaş
olan Arap kaynaklarının büyük bir kısmında onların Türk menşe'li olarak takdim
edilmesi, Hazarların Türklüğünü hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya
koyar. Hazar devletinin kurucusu olan Hazar boyu özbeöz Türktür. Hazarlar
konusunda batılıların da itibar edip kabul ettiği en sağlam delil, Hazar Hakanı
Yusuf'un Endülüs veziri Hasday b. Şarput'a yazmış olduğu mektupta Hakan Yusuf,
kendi soy kütüklerini şöyle açıklamaktadır.  


"Atalardan kalma soy
kütüğümüze göre Togarma'nın on oğlu vardı. Bunları soylarından Uygur, Dursu,
Avar, Hun, Basila, Tarniak,Hazar, Zagora, Bulgar ve Sabirler gelmektedir. Biz
yedinci oğul Hazar'ın soyundan geliyoruz.” Mektupta bahsetilen Togarma,
Yasef'in oğlu olup soy kütüğü kitaplarına göre Türklerin babasıdır. Bu ifada
birinci derecede mühim bir kaynaktan çıktığına göre ona itibar etmek
gerekir. 


Hazar bölgesinde yapılan kazılar
sonucunda ortaya çıkan malzemeler arasında Türkistan kökenli kılıçlar, baltalar
vb. kültür malzemeleri bulunmuştur. Bu durum, Hazarların Karadeniz ile Hazar
Denizi arasındaki bölgeye Türkistan'dan geldiklerini ve onların Türk menşe'li
olmalarının gerekliliğini gösterir.  


Hazarların sosyal hayatı tamamı
ile Türk tarzına göre düzenlenmiştir. Devlet sistemleri ve bilinen dil
kalıntıları bütün ile Türk özelliği göstermektedir. Hakan Yusuf'un mektubuna
göre, Hazar Hakanlarının, İbranice isimlerinden ayrı olarak öz Türkçe isimleri
de vardı. Bu durum, onların Türk menşe'li olduklarını açıkça gösterir.


 İdil-Ural Bölgesinde
Yaşayan Türkler
 


      
Tertep Türkleri  


      
Başkurdistan ve Tataristan Cumhuriyeti ile bunlara komşu vilayetlerde
yaşamaktadırlar, İdil-Ural Türk Tatarları'nın bir koludur. 


      
Kundur Türkleri 


      
Kafkasya'dan göç ederek İdil (Volga) nehri deltasında ve burada bulunan
Astrahan şehrinde yaşamaktadırlar. Nogaylar'a yakın bir Türk boyu olup,
nüfusları bilinmemektedir. 


      
Mişer Türkleri 


      
İdil-Ural Tatarları'nın bir kolu olan Mişer Türkleri Tataristan ve Başkurdistan
Özerk Cumhuriyeti ile bunlara komşu olan Udmurt, Mari Özerk Cumhuriyeti ile
Saratov ve Samara bölgelerinde çoğunlukla yaşamaktadırlar. 


Sibirya
Türkleri 


Yakut (Saka) Türkleri


 


       GİRİŞ: Doğu Sibirya’nın en eski
kavimlerinden olan Yakut Türkleri (kendi dillerinde Saka, Saha, Kişi insan
anlamında) Hun Türklerinin bir kolu olan Kurikan boyundandırlar. Kurikanlar,
tarihte Güligan ismiyle de tanınmışlardır. Güliganlar tarihte ilk defa 8.
yüzyılda Orhun Abidelerinde Yüç (üç) Kurikan adıyla zikredilmişlerdir.
Türklerin en eski kavimlerinden biri olan Yakutlar 17. asırdan beri Rus ve
Avrupa edebiyatlarında Yakutlar olarak tanıtılmakta ve tanınmaktadır. Yakut
ismi Tunguzların Yeko, Yekot terimlerinden türemiştir. Orta Lena’nın her iki
yakasında ve Lena nehrinin Vilyuv ve Jena kollarının oluşturduğu alanlarda
çeşitli göçebe meslekleriyle uğraşan Yakut kabileleriyle Ruslar önce 1632’de
Lena nehrinin sağ yakasında Yakutsk şehrini kurarak ilişkilerini başlattılar.
13. ve 14. yüzyıllarda bölgede varlıkları bilinen Yakutların ülkesinde böylece
başlayan Rus yönetimi bölgeyi kendi vilâyeti olarak kabul edip, zengin maden
kaynaklarını da sömürmeye başladı. Bugünkü Yakutistanın yüzölçümü 3.062.100
km’den ibarettir. Yakut Türkleri 12. asra gelinceye kadar bugünkü Yakutistan
topraklarını kendilerine vatan edinerek Türkleştirmişlerdir. Yakut Türkleri
tarihte birkaç kez Rusların kendi topraklarına girmelerine karşı 
koymuşlardır. 20. yüzyıl başlarında Yakutlar arasında milliyet duyguları da
gelişmeye başladı. Rus yönetimine karşı haklar ve toprak isteğiyle direnişler
ve mücadeleler sonrasında 27 Nisan 1922 Yakutistan Muhtar Cumhuriyet statüsü
kazandı. Bugün ise Rusya Federasyonuna bağlı Saha Yakut Cumhuriyeti’nde tek
taraflı bağımsız olarak yaşamaktadırlar. Kuzeyinde Laptev ve doğu Sibirya
denizleriyle çevrili olan Yakutistan’ın başkenti Lena ırmağı üzerindeki Yakutsk
şehri olan ülkenin genel nüfusu 1.281.000’dir. (1990). Doğusunda ve kuzeybatısında
Sibir dağları bulunur. Ülkenin % 20’den fazla bir bölümü kuzey kutbundadır.
Yakut dilinin bugüne kadar devam etmekte bulunan eski Türk dillerinden birisi
olduğu hususunda Türkologlar birleşmişlerdir. Ortak görüş bugünkü Yakut dilinin
eski Türkçenin devamı olduğu yolundadır. Yakutistan yer altı zenginliği
bakımından harikulâde bir ülkedir.


COĞRAFÎ: Orta Sibirya’nın doğusu
ile doğu Sibirya’nın batı bölgelerini içine alan Akaçlama havzasına tekabül
eden çok geniş topraklar üzerinde yer alır. Yüzölçümü bakımından eski Sovyetler
Birliği’ndeki en büyük Muhtar Cumhuriyeti olup, 3.62.100 km’dir. Başkenti
Yakutsk olup Yakutistan’ın % 20’sinden fazla bölümü kuzey kutbundadır. 2/3’ü
dağlarla kaplıdır. Kış 180 ile 220 gün arası sürer. Ülkenin 4/5’ünü kutup bölgesine
has iğne yapraklı ağaçlar kaplar ve Yakutistan’ın ancak % 1’i tarıma
elverişlidir. Genellikle nehirlerde balıkçılık yapılır, ormanlarda kürk
hayvanları avlanır. Bunun dışında soğuğa dayanıklı ren geyikleri ve at
beslenir. Bu sert iklim şartlarına rağmen Yakutistan yer altı madenleri
yönünden zengin bir ülkedir. Bol miktarda altın elde edilir. Elmas madenleri de
bulunmaktadır. Ülkede 2500 milyon tonluk çok zengin kömür rezervleri bulunduğu
tahmin edilmektedir. Aslında ülke dünyanın en soğuk ülkesidir. Güneydeki göller
yöresinin bir kısmı hariç topraklarının tamamı buzlarla kaplı olup, donmuş
toprakları oluşturur. Yakutistan topraklarının % 66’sı dağlarla kaplıdır. Ülke
topraklarının orman alanları 138 milyon hektarı bulur. Akarsular bakımından
zengin olup, ülke dahilinde 450.000’den fazla akarsu, 670.000’den fazla göl
bulunmaktadır. Yakutistan’ın uzunluğu kuzeyden güneye 200 ve batıdan doğuya
2300 km’dir. Yakutistan da yüksek dağlar azdır. Yakutistan haritasına bakıldığı
takdirde bu ülkenin bir nehirler memleketi olduğu görülür. Bugün ülkede 9
şehir, 31 kaza, 47 işçi sitesi, 265 köy bulunmaktadır. Başkent Yakutsk’un
Moskova’ya uzaklığı 8.468 km’dir. Tabiî güzellikleriyle harika bir ülkedir
Yakutistan.


NÜFUS: Ülkenin genel nüfusu
1.281.000 (1990)’dır. Yakut Türklerinin % 95.5’nin kendi cumhuriyetlerinde
yaşamalarına rağmen % 38.4’lük bir orana sahip oldukları görülür. Daha 
sonra yapılan sayıma göre ülke nüfusunun 365.000’i Yakuttur. Eski Sovyetler
Birliği’nde toplam olarak 382.000 Yakut yaşamaktadır. Ülkenin başkenti
Yakutsk’in nüfusu 170.000’dir. 1632 yılında Tungzular bu kavim için Yoko, Yaka
kelimelerinin ve -ı çokluk eki ilâvesiyle Yakut adını kullanmışlardır.


EĞİTİM: Yakutistan’da 2
üniversite (7800 öğreğnci), 669 ortaokul (200.000 öğrenci), 18 teknik okul
(10.300 öğrenci) bulunmaktadır. Üniversite öğrencisinin % 69.5’i Yakut
Türküdür. Yaklaşık ülkede 600 kütüphane , 10 müze, 700 kulüp vardır. Yakut
dilinde 1989’da 701.000 kitap basılmış, 521.000 tirajlı olan 3 dergi, 35 milyon
tirajlı 28 gazete yayınlanmıştır. Eğitim Rus ve Yakut dillerinde yapılmaktadır.
Yakutçanın Türk lehçeleri ile benzerliği yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla
da Yakutça konuşan biri ile anlaşmak çok zordur. Dilin % 50’si eski Türkçe
kelimeler ihtiva etmekle birlikte bir hayli kelime de komşularından bilhassa
Moğolcadan alınmıştar. 19. yüzyıldan itibaren Kiril harfleri ile yazılan
Yakutça 1920’ten 1938’e kadar Lâtin harfleriyle yazılmış sonra tekrar Kiril
alfabesi kullanılmıştır. Bugün Yakut edebiyatı hayli gelişmiş olup, bütün güçleri
ile kendi kültürlerini örf ve âdetlerini yaşatmaktadırlar.


EKONOMİ: Ülke ikliminin
olumsuzluğu tarımı etkilemektedir. Yüzölçümün % 1’inde güçlükle tarım
yapılmaktadır. Ekme ve biçme faaliyetleri yerine hayvancılık önemli bir
uğraşıdır. Yakut Türkleri sığır, at ve ren geyiği beslerler. At ve sığır eti
yerler. İnek ve kısrak sütü içerler. Giyim eşyası için kürkü olan hayvanları
avlarlar. Ülkede balıkçılık geçim tipi olarak yapılır. Yakutistan’da ziraat
esasen et, süt, hayvancılığında yoğunlaşmıştır. Bitki üretiminde ise patates ve
sebze ağırlıklıdır. Ormanlarda yabanî hayvan avcılığı son derece gelişmiştir.
Kürk  deri üretimi iyi düzeydedir. Yabanî dağ koyunları (kar koyunu) son
derece boldur. Etinden, yününden, derisinden yararlanılır. Çok zengin maden yataklarına
sahiptir. Altın ve elmas en önemli zenginlik kaynağıdır. Eski Sovyetler
Birliği’nin elmas üretiminin % 99.8’ini Yakutistan karşılar. Zengin kömür
yataklarına da sahiptir. Bu madenlerden başka gümüş, nikel, bakır, kurşun, tuz
ve petrol kaynakları da bulunmaktadır. Ayrıca Yakutistan da uranyum yatakları
da keşfedilmiştir. Doğalgaz da ülkenin gelir kaynakları içerisindedir.
Yakutistan yer altı zenginliği bakımından harikulâde bir ülkedir.


SONUÇ: Bilindiği üzere Türkler
ana hatları ile batıda Balkanlardan, doğuda Büyük Okyanusa, kuzeyde Buz
Denizinden, güneyde Tibet’e kadar olan sahada yaşarlar. Yaklaşık 12 milyon
kilometrekarelik bir sahaya yayılmış olan Türklerin toplam nüfusu en basit hesapla
250 milyon civarındadır. Dünya Türkleri arasında hem politik hem demografik
konumu yönünden 1. sırayı Türkiye Türkleri almaktadır. Türkiye’den sonra en
fazla demografik, ekonomik belki de politik potansiyele sahip olan Türk
toplulukları Kafkasya ve Orta Asya’da bulunmaktadır. Orta Asya dediğimiz
(Türkistan da) tarih, din, dil ve kültür birliği olan Türk soylular ve
toplulukları yaşamaktadır. Bizler bu topluluklardan Saha, Yakut Türk
topluluğunu tanıtmaya çalıştık. İleride diğer Türk akraba ve topluluklarını da
tanıtmaya çalışacağız. İnanıyoruz ki 21. yüzyıl Türk yüzyılı olacaktır.


DİPNOTLARI


1. HAYİT Baymirza. Sovyetlerde
Türklüğün İslâmın bazı meseleleri, İstanbul 2000.


2. DEVLET Nadir. Çağdaş Türk
Dünyası, İstanbul 1989.


3. DEVLET Nadir. Büyük İslâm tarihi
ek. Cilt İstanbul 1989.


4. CAFEROĞLU Ahmet. Türk Kültürü
sayı: 24, Ankara 1964.


5. Anayuttan Atayurda Türk
Dünyası, sayı: 2, Ankara 1993.


6. Anayuttan Atayurda Türk
Dünyası, sayı: 14, Ankara 1998.


7. ÖZEY Ramazan. Türk Dünyası,
İstanbul 1997.


8. MÜTERCİMLER Erol. Türkiye ve
Türk cumhuriyetleri ilişkiler modeli, İstanbul 1993.


9. Sovyetler Birliği sonrası
bağımsız Türk cumhuriyetleri ve Türk grupları TOBB, İstanbul 1992.


10. Yeni Türkiye dergisi, Türk
dünyası özel sayısı sayı: 16, Ankara 1997.


11. ŞİMŞEK Atilla. Türk Dünyası,
Ankara 1998.


12. DÖNMEZ Yusuf. Türk Dünyasında
Beşerî ve İktisadî Coğrafyası, İstanbul 1987.


13. LEYLAK Mehmet. Orta Asya ve
Kafkaslarda Türklerin demografik yapısı (20. yüzyıl) Ankara 2000.


Kaynak: www.orkun.com.tr
           
  


Irak
Türkleri 


Türklerin Irak'a ilk girişleri
H,54 (M,674) tarihine kadar uzanır. Önceleri bir askeri koloni olarak Irak'ta
varlık gösteren Türkler , daha sonraları hilafet merkezini ve halifeyi
korumakla görevlendirilmişlerdir. 


Türklerin Araplara karışmadan
çoğalmalarının sağlanması için de samerra şehri inşa edilmiş ve böylece Türk
kolonisinin korunması amaçlanmıştır. Türklerin yoğun biçimde Türk dalgaları ile
beslenmeleri, Selçuklu Sultanı Tuğrul Beyin Oğuz boylarından oluşan ordusuyla
1055 te Irak'a girmesiyle başlamıştır. Irak'taki Türkmen nüfusu Selçuklulardan
sonra, bunların devamı olan Atabeyler döneminde de çoğalmıştır. Bölgede hakim
olan bu Atabeyliklerden, merkezi Musul olan ve zenginler adı ile tanınan Musul
Atabeyliği (1127-1223) ile merkezi Erebil olan ve adına Begtiginliler de
denilen Erbil Atabeyliği (1144-1232) hem kültür ve sanat, hem de Haçlılara
karşı gösterdikleri başarılardan dolayı ün kazanmışlar ve parlak bir dönemi
simgelemişlerdir. Ayrıca Hamrin dağları ile Hanekin dolaylarında hüküm süren
Türkmen Iyvaki Beyliği ile Kerkük'te hüküm süren Kıpçak beyliği, 12 yüzyılda
bölgenin kaderine sahip olan devletler kurmuşlardır.  


14. yüzyılda Irak'taki etnik
dokunun Türklerden yana bir görünüş kazandığı ve egemen topluluğun Türkler
olduğu biliniyor. Celayirliler zamanında Bağdat'ın Türk kültürünün önemli
merkezlerinden biri haline geldiği söylenebilir. Bu dönemde ülkenin kuzeyinden
başlayarak Bağdat'a kadar geniş çapta Türkleşme hareketi görülmüştür. Ayrıca
Farsça'dan başka Türkçe'nin büyük rağbet kazanması yine bu dönemde
gerçekleşmiştir. 15 yüzyılın başlarında Karakoyunlu Devleti'nin resmi dilinin
Türkçe olduğu ve devlet yarlıklarının (ferman) Türkçe yazıldığı tespit
edilmiştir. Safeviler döneminde de Irak'taki Türklerin nüfusu bakımından
güçlendikleri gözleniyor. Zira bu hanedanın etnik kimliği Türk’tü ve başında
bulunduğu devletin altyapısını tamamen Türk olan kültürel doku oluşturuyordu.
1534'te Osmanlı topraklarına katılan Irak, Osmanlı-Türk kültürünün nüfuzuna
girmiştir. Bir süre tekrar Safevilere geçen bölge 1638 de Sultan 4. Murad
tarafından geri alınmıştır. Bu sıralarda bölge, Anadolu'dan getirilen Türk
boyları ile beslenmiştir. Irak Türkmenleri, Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna
kadar, Osmanlı etkisinin altında kalarak yaşamıştır. Böylece Irak Krallığı'nın
kuruluşuna kadar bölge, kesintisiz biçimde Türk egemenliğinde kalmıştır. 


       
Kraliyet Dönemi (1918-1958) 


Birinci Dünya Savaşının sonuna
doğru bölge İngiliz işgaline uğradı. Bu yüzden eskiden Musul eyaleti olarak
bilinen Kuzey Irak'ın bugünkü Musul, Erbil, Kerkük ve Süleymaniye vilayetleri,
Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye ile İngiltere arasında çekişme konusu oldu.
Zira Irak'ın kuzeyinde yer alan Musul Eyaleti, Misak-i Millî ile tespit edilen
Türkiye'nin sınırları içinde kalıyordu. Lozan Konferansı'nda Musul Meselesi,
bir neticeye bağlanamayınca, çözümün Cemiyet-i Akvamda (Milletler Cemiyeti)
bırakılması kararlaştırıldı. Milletler Cemiyeti'nin, İngiltere lehindeki
kararını önce kabul etmeyen Türkiye, çabalarının neticesiz kalması üzerine, 5
Haziran 1926 tarihinde Ankara Anlaşmasını imzalayarak, Musul Eyaletinin İngiliz
Mandasındaki Irak'a bıraktı. Irak'ta Türkmenlere siyasi haklarını verilmesi
1920 yılında oluşturulan kabinede Kerküklü bir Türk bakanın yer alması
sağlanmıştır. Aslında 1922'de Irak ile İngiltere'nin imzaladığı antlaşmanın 3.
maddesi gereğince, çıkarılması tasarlanan anayasada vatandaşlar arasında siyasi
farklılıklar gözetilmemesi, okullarda ana dille eğitim yapılması güvence altına
alınmıştı.  


Buna dayanarak hükümet 1925
yılında hazırladığı anayasanın metnini Arapça'dan başka Türkçe olarak da
yayınlanmıştı. Aslında Irak'ta cumhuriyetin ilanına kadar, yapılan anayasa
değişikliklerinde, vatandaşlar arasında etnik ve siyasi ayrıcalıklar
yaratılmıştır. Ne var ki 1933'te son şekli verilen anayasanın 17. Maddesinde
yasayla istisna edilmiş hususlar dışında, Irak'ta resmi dilin Arapça olacağı
açıklanmıştır. İstisna edilmiş hususlar ise 1931 yılında yayınlanan 74 numaralı
yerli diller yasası ile belirtilmiştir. Bu kanun gereğince, Kerkük ve Erbil
başta olmak üzere, Türklerin önemli yerleşme merkezlerinde ve Türkçe konuşulan
bölgelerde, yargılamanın Türkçe olması karara bağlanarak, anayasal güvence
altına alınmıstır. 1936 yılında Sadrazam Mahmut Şevket Paşa'nın kardeşi Hikmet
Süleyman'ın Irak'ta askeri bir darbe sonucu hükümet başkanlığına
getirilmesinden iki yıl sonra istifa etmesi üzerine, verilmiş olan hakların
kaldırılmasına başlanmıştır. Böylece Türkler anadilleri olan Türkçe eğitim ve
öğretimden mahrum bırakılmışlardır. 


İran Türkleri 


X. asrın son çeyreğinden XX.
asrın ilk çeyreğine kadar yaklaşık 950 yıl, İran ya Türk hakimiyetinde ya da
Türk hanedanı idaresinde bulunan ve orada iskân olunan Türklerin ülkesidir.
Dolayısıyla Türklerin ve Türk kültürünün en kesif olduğu ülkelerin başında İran
gelmektedir. Bugün İran nüfusunun yarıya yakınını teşkil etmesine rağmen
Türkler İranlıların şovence tutumları yüzünden dil ve tarihlerini öğrenme ve
kullanmada en geri kalmış Türk kitlesini teşkil etmektedir. Bin yıla yakın Türk
idaresi altında yaşamanın verdiği eziklik yüzünden İranlılar belki de Türklere
en kötü muameleyi yapan milletlerin başında gelmektedir.  


Müslüman bir ülke olan İran'ın
nüfusu 60 milyon civarında bulunmaktadır. Bu nüfusun 25 milyona yakınını
Türkler, 30 milyona yakınını İranlılar (Farslar) ve 5 milyona yakınını da diğer
etnik gruplar teşkil etmektedir. İranlılar ülke nüfusunun yarıya yakınını
teşkil eden Türkler'e kendi dillerinde okuma yazma fırsatı vermemektedir ki bu
her türlü insani ve milletlerarası hukuka aykırı bir tutumdur. 


İran'da yaşayan Türklerin önemli
kısmını Azerbaycan Türkleri teşkil etmektedir. Bilindiği gibi Azerbaycan'ın
kuzey kısmı XIX. asrın ilk çeyreğide Ruslar tarafından işgal edilmiştir. 8
milyona yakın Azeri Türkü kuzeyde müstakil Azerbaycan Cumhuriyeti'nde
yaşamaktadır. Güney Azerbaycan ise İran idaresi altında bulunmaktadır.
Yüzölçümü 107.000 km2 olan Güney Azerbaycan'da 20 milyonu aşkın Türk
yaşamaktadır. Güney Azerbaycan'ın Türkler ile meskun olan belli başlı yerleşme
merkezleri şunlardır: Tebriz, Hoy, Erdebil, Urumiye, Selmas, Maku, Meraga,
Astara, Culfa, Merendi, Halhal ve Soğukbulak. 


Türkler'in Azerbaycan'a kitleler
halinde yerleşmeleri Selçuklular zamanında olmuştur. Bir ara Moğollar'ın
idaresi altında kalan Azerbaycan ondan sonra uzun süre Türkler tarafından idare
edilmiştir. Timurlular, Ak-Koyunlular ve Kara-Koyunlular idaresi Azerbaycan'da
Türk kültürünün iyice yerleşmesini sağlamıştır. Böylece Azerbaycan tamamıyla
bir Türk ülkesi olmuştur. 


Daha önceki araştırmalarımızda da
belirtildiği gibi Azerî Türklerinin tarihinde en büyük hadise, Şiiliği
benimseyen bir zümrenin Erdebil'i merkez edinerek Şii mezhebini bir aksiyon
haline sokmasıdır. Şii zümrenin liderliğini yapan Şeyh Safiyyüddin'in
torunlarından İsmail bu mezhebi siyasî emelleri için yeniden organize ederek
önce Azerbaycan'a sonra da bütün İran'a hakim olmuştur. Kurduğu devlete ve
hanedana dedesinin adını veren İsmail Şah olarak hem Azerî Türkleri'nin ve hem
de Türk-İslam dünyasının kaderine tesir eden bir siyasetin öncüsü olmuştur. Şah
İsmail'in kurduğu Safevi hanedanı iki buçuk asra yakın (1500-1735) Azerî
Türkleri'ni ön plânda tutmuştur. Fakat Safeviler'in Şiiliği devamlı aksiyon
halinde tutması hem Azerî Türkleri ile Osmanlı Türkleri'nin kaynaşmasına mani
olmuş, hem de Türkistan Türkleri ile Osmanlı Türkleri arasında geçit vermez bir
köprü gibi uzandığı için bu iki Türk diyarının bir birleriyle olan
münasebetlerinin kopmasına sebep olmuştur.


 Bu ise Türk dünyasında
birliğin kurulmasına menfi yönde tesir etmiştir. Safevi hanedanının diğer menfi
bir tesiri de İranlılar arasında Şiiliğin kuvvetli bir şekilde yayılmasını
sağlamasıdır. Sonunda İran Şiiliği milli hüviyetini koruma aracı olarak kullanmış
ve İslam dünyasında birliğin teşekkülüne mani bir engel haline gelmiştir. İran
bununla da yetinmemiş Şiiliği diğer İslam ülkelerine de yaymağa çalışmıştır ki
bu da İslam âleminde ayrı bir huzursuzluğa sebep olmuştur. Bu haliyle İran,
İslam dünyası içinde daima ayrılık ve parçalanma mihrakı haline
gelmiştir. 


Kaşkay Türkleri 




            Kaşkay İli, Fars
Körfezi kıyılarından başlayarak İsfahan ve Bahtiyari bölgelerinin güneylerine
kadar varan bir alana yayılmıştır. Zagros dağlarının birbirine girmiş yükseklikleri
ile körfez sahilleri bu ilin sınırlarını çizmektedir. Şiraz'ı orta kısım
(merkez) olarak değerlendirdiğimiz taktirde, Kaşkayları yaşadıkları yerler
itibarıyla üç kısıma ayırabilirz;


1- Kaşkay Yaylak
bölgesi: Şiraz'ın kuzeyinden başlayarak Zagros dağlarına kadar uzanır. Bu
bölgedeki yerleşim yerleri şunlardır: Sipidan, Berucer, Semiron, Âbâde, ve
Mordeşt'tir.


2-   
Kaşkay Kışlak Bölgesi: Şiraz'ın güneyinden başlayarak Fars körfezine kadar
uzanan bölgedir ve şu şehirleri içine almaktadır. Lar, Cehrom, Fruzâbâd,
Kazron, Mümesnâ, Behbehan, Keçseran, Dugonbedân, Ramhürmüz, Buşehr, Kongan ve
Deştsenan'dır.




3-    Orta (Merkez) Kısım: Şiraz çevresi, Deşt-i Erjen ve
Merudeşt şehirlerini içine alır.


            Kaşkay
İli'nin yaşadığı bölge olan güney-kuzey ve doğu-batı sınırları, İran'da yaşayan
diğer göçebe aşiretlerine nisbetle kıyaslanamayacak ölçüde geniş bir alandır.
Ayrıca, Kaşkaylar halihazırda İran'ın 17 bölgesinde (Fars, İsfahan, Kehgleviye,
Çarmahal, Bahtiyari, Huzistan, Buşehr, Hürmüzgan sözkonusu bölgenin en
önemlileridir) bulunmakta ziraat işleriyle uğraşmaktadırlar. Bu 17 bölgeye
gidip gelmekte ve göçer yaşantılarını devam ettirmektedirler. Ayrıca 1939
yılında 1:2.000.000 ölçekli olarak İngiliz Field tarafından çizilen haritada
Kaşkay İli'nin dağılım gösterilmiş ve bölgenin coğrafi özelliklerine işaret
edilmiştir.


Kuzeyden Kaşkayların yaşadığı
kuzey kesimleri, birbirine girmiş yüksek (1500-2000 metre) dağlarla kaplıdır.
Buralarda yaz mevsimi kısa ve ılımlı kış mevsimi ise uzun ve soğuktur. Bölge
(kuzey) büyük ölçüde Zagros mıntıkasının su kaynağı ve ırmakların yoğun olduğu
yerdir. Kuzey kesimi, yeşil alanların bol olmasıyla birlikte, yazları oldukça
güzel bir hava özelliğine de sahiptir. Bölgenin yıllık normal sıcaklığı 10 ile
15 derece arasındadır. Doğudan; Zagros dağlarının bitimi ile sınırlıdır.
Dağların bitiminte ise İran'ın bozkırları başlar. Yezdr, Kirman ve Hürmüzgân
eyaletleri doğudan bu bölgeyi kuşatmaktadır. Kuzeybatı ve güneydoğudan ise
çöller bu mıntıkayı çepçevre kuşatmıştır. Buralarda tatlı su ve yeşil alanlar
bulunmadığı için göçebe topluluklarının ilgisinden yoksun kalmış ve Kaşkaylar
yoğun olarak diğer sözkonusu bölgelerde yerleşmişlerdir.


      
            Güneyden;
Fars Körfezi sularına ulaşmaktadır. Kaşkayların yaşadığı bölge doğal sınarlarla
çevrilmiştir. Genel olarak güney kesimler, Arabistan ve Fars Körfezinin
sıcaklığından etkilenmektedir. Hava sıcaklığı bu bölgede daima sıfırın üstünde
seyreder. Kış aylarında don olmaz ve kar yağışı da görülmez.


            Bazen bu
bölgede şiddetli yağmurlar neticesinde yüksek rutubet olur ve bunun sonucu
bereketli otlaklar biter. Yazları ise oldukça sıcak ve kurak geçer. Batıdan; Hazisten
bozkırı ve Bekir Ahmed, Güney Kehgileviye ile sınırlıdır. Burada da şiddetli
yağmurların etkisiyle kışlak için yeşillik oldukça boldur. Her ne kadar daha
önce Kaşkayların yaşadıkları bölge sınırlarına değinildiyse de ayrıntılarıyla
bu sınırları şöyle göstermemiz mümkündür.


         Kuzey: Isfahan
eyaleti, Burucen şehri (Çarmahal ve Bahtiyari) mıntıkası,


         Kuzeydoğu: Yezd
eyaletinde Ebergu ve Herat u Mervest'in bazı bölgeleri.
       


         Doğu: Kirman
eyaletindeki Şehr-i Babek ve Sircan şehirleri.


         Güneydoğu: Hacıâbâd
bazı bölgeleri, Saadetâbâd, Fin ve Hürmüzgarı eyaletindeki Benderabbas şehrinin
Benderhamir mıntıkası.


        Güney: Fars Körfezi
kıyıları, Buşehr'deki Dilom limanından Hümüzgârı'daki Lenge limanına kadar 585
km'lik alan


        Batı ve Kuzeybatı:
Behbehan, Ağacari, Huzistan'da Ramhürmüz tarafları, Geçsaran, Deş, Duugenbedan,
Kehgileviye bölgesinde Baver Ahmed ile sınırlıdır. 


Kaşkayların Siyasî Ve Doğal
Sınırları 


Daha önce de işaret ettiğimiz
gibi Kaşkay İli'nin doğal sınırları dört bozkır, su, yüksek tepeler ve sık
bitki örtüsü bu bölgeyi dört yantan kuşatmıştır. Ayrıca bölgenin iklim şartları
üzerinde de bu doğal kuşatmanın büyük tesirleri vardır. Bölgenin siyasi
sınırları daha çok kuzey ve kuzeybatı taraflarını çizer. Bu sınırlardan
itibaren ise Bahtiyari, Lor, Bayer, Ahmedi ve civar aşiretlerin sınırları
başlar. Kaşkaylar daha önceleri Bahtiyarilerle kanlı çarpışmalar yapmış, bu
sebepten ötürü aralarında sınırları belirleyici anlaşmalar yapılmış ve bu sınırlar
siyasi sınırlar olarak kalmıştır.


      
            Huzistan
eyaletinde de Bahtiyarilerin kışlağı olması hasebiyle tarafların mutabakatı
sonucu Ramhürmüz'den itibaren kuzeye doğru Bahtiyarilerin kışlağı olarak kalmış
(Mescid-i Süleyman, Ramhürümz, Dezful ve.) ve eskiden beri bu bölgeler
Bahtiyarilerin iktisadi ve kültürel faaliyetlerinin devam ettiği yerler olarak
tanınmıştır. Buna mukabil Ramhürmüz'den itibaren güneye doğru ve buradan Fars
Körfezi ile sınırlanın bölge ise Bahtiyari ve Buyer Ahmedilerin kışlakları
(Ağaçari, Ramşir, Hindican, Behbehan, Serdeşt ve Genhedan) olarak kalmıştır.


      
            Kaşkaylar
İran'ın güney kesiminde 17 eyalete yayılmış durumdadır. Dolayısıyla
yayıldıkları bölge 186.180 km2 gibi geniş bir alanı içine elmaktadır. Bu saha
İran hükümetince son yıllara kadar Vilayet-i Kaşkaî adı ile ayrı bir idari
bölgeye ayrılmış ve tahminen üçyüz meskun mahalli içine alan onbeş şehre
bölünmüştür.


Kaşkay
Sözcüğünün Kökeni




            Tarihi
kaynaklarda ve araştırmalarad Kaşkay ve Kaşgay kelimesinin menşei hakkında
muhtelif bilgiler mevcuttur. Bu görüşlerden bazıları şunlardır: İran'ın XIX.
asır tarihcilerinden Sipihr, "Halaçlar Rum'dan İran'a geldikten sonra,
onlardan bir kısım tayfa ayrılarak Fars'a göçtü. Rum vilayetinin Halacistan
bölgesinden sakin olup kalan tayfalar, göçenleri "kaçgar" diye
adlandırırlar" denmektedir. M.H. Fesaî, Mes'ud Keyhan, Rus
araştırmacılardan M.S. İvanov, N.A. Kielyakov vb. eserlerinde Sipihr'in
görüşünü tekrar etmişlerdir. Mes'ut Keyhan ise bu kelimenin (Kaşkai)
"göçmek" sözünden geldiğini belirtmiştir. N. Field de, Sipihr'in ve
M. Keyhan'ın eserlerinde verilenlere yakın görüşler tekrar edilmiştir. Bazı
kaynaklarda, "kaşkai" ve "kaçkai" kelimeleri arasındaki
benzerlikten yola çıkarak, Türk dilindeki "kaç- (firar etmek, kaçmak)
" fiilinden geldiği görüşü ileri sürülmüştür. Bu kelimenin (kaçmak) daha
sonra telaffuz bozulmasına uğrayarak, "kaçkai" iken
"kaşkai" şekline dönüştüğünü belitmektedir.


            Kaşkay adına
"Kaşgar" şehriyle alakalandıranlar da vardır. Kaşkaylar, vaktiyle
Kaşgar şehri etrafında oturdukları için, zamanla "kaşkay" diye
adlandırılmışlardır. Kaşgar şehri ve Özbekistan'daki Kaşka Derya (Kaşka-ı
Derya) ırmağı ile coğrafik bağlantı bakımından "kaşkay" kelimesini açıklayan
görüşler de bulunmaktadır. Balayan'a göre, "kaşkay" adının Kuzey
Azerbaycan'da, Savalan'ın batısında bulunan Gaşgadağ ismiyle bağlantısı vardır.
Kaşkayların "kaşkaşe" diye adlandırılan Yamut boyunun oymağı
olduklarından dolayı "kaşkai" diye isimlendirildiğini iddia edenler
de vardır.


      
            Morisden,
mahalli kaynakları dayanarak, "kaşkai" adının ilk defa Cani Ağa
Kaşkai isimli, Şah Abbas'ın idaresinde makam sahibi bir şahıstan alındığını
belirtmiştir. Müslüman Halklar Ansiklopedisi'nde, "kaşkay"
kelimesinin geçmişte politik olarak birleşmiş ve aynı kültürel özellikleri
paylaşmaya devam eden değişik kökenli kişi ve gruplar için kullanıldığı
yazılıdır.


            Kaşkay
kelimesinin, muhtelif Türkçe Lehçe ve şivelerinde, "kaşka veya kaşga"
(alnı beyaz at veya binek hayvanı) anlamındaki kelimeden geldiğini söyleyenler
de vardır. Oberlingi, "Alnı beyaz atın uğur getirdiğine inanılırdı. Bu
batıl inançtan dolayı zamanla bu kabile fertleri "kaşkay atlılar"
(atlarının alnında beyaz benek olan atlılar) adıyla tanındılar. Zamanla bu ad
"kaşkaylu" (lu ekinin Farsçadaki karşılığı "î" olduğundan
dolayı "kaşkaylı>kaşkaî" olmuştur) şeklinde kısaldı"
denmektedir.


            B.
Behmenbegi, Kaşkay adının "kaşka" sözünden alınması fikrine işaret
ederek: "Bartold veya bu fikri ile sürenleri hatırlatarak, göçeri tayfa ve
kabilelerin çoğu özlerini hayvanların adı ve rengi ile de
adlandırmışlardır" tespitinde bulunmuştur. Başka bir rivayette de,
"Kaşkayların düşman saldırısına maruz kalıp kaçmaya çalışan kardeş iki
dedesi varmış. Kaçış esnasında küçük kardeş büyük kardeşe, karşısında bulunan
büyük taşı göstererek, "kaç kayaya" ifadesi tedricen dillere düşerek
aşiretin adı olmuştur" denilmektedir.


Kaşkayların Kökeni ve İran'ın Güney İllerine Göçü veya Göçürülmesi


Kaşkayların menşei ve onların
İran'ın güney vilayetlerine nereden göçürüldükleri ve yerleştirildikleri
hakkında da kesin bir bilgi yoktur. Muhtelif görüşler vardır. Bu konudaki görüş
ve bilgilerin bir kısmı şöyledir: Arap istilalarından başlayarak XIX. asrın son
yıllarına kadar Fars tarihini kronolojik olarak anlatan Fesaî, Kaşkayların
menşei hakkında şu görüşlere yer verir: "Kaşkayların Irak ve Kum'un
çevresinde mulunan Halaçlar'dan olduğu, sonra oralardan ayrılıp, Fars'a göçen
Halaçlar iki kola ayrıldılar. Onların bir kısmı yerleşik hayata geçerek Halaç
adını da korudular. Konar göçer olan ikinci kısım Kaşkay İli bölgesinde
yaşıyorlar. Kaşkayları "kaşgar" ile alakalandıran yazarlar,
Kaşkayları Karahıtaylar soyunda sayarak, onların kuzeydoğudan, Orta Asya'dan
Fars'a gitme veya göçürülmeleri fikrini kabul ederler. 


Kafkas Türkmenleri 


Stavropol Türkmenleri de denilen
bu Türk topluluğu XVIII.nci yüzyılda Türkmenler'den ayrılıp Kafkasya'ya
yerleşmişlerdir. Kuzey Kafkasya'da Stavropol Ordzhonikidze şehirleri arasında
yaşamaktadırlar. Nüfusları 15 binin üzerinde olduğu tahmin edilmektedir.
Çavdur, Sönçhacı ve Iğdır gibi uruglara ayrılırlar. 


Karaçay –
Balkar (Malkar) Türkleri 


 Karaçay-Malkar Türkleri
yüzyıllardan beri, Kafkas sıra dağları’nın en yüksek zirvesi olan Elbruz
dağının (Mingi Tav)  yüksek bölgelerinde ve derin vadilerde yer alan
köylerde yaşayan iki kardeş topluluktur. Elbruz dağının bir ucunda
Karaçaylılar, diğer yamacında Malkarlılar yaşar. Bu coğrafi konumun dışında
aralarında hiç bir farklılık yoktur..  


1920’li yıllarda Sovyetler’in
"Kollektivizm" politikası gereği, dağ köylerinde yaşamakta olan pek
çok Karaçay-Malkar ailesi düzlüklere göç ettirilerek buralarda kurulan yeni
köylere yerleştirildiler. 


Dilleri batı Türk dilleri
grubundandır. Kıpçak ve Kıpçak alt grubunda sınıflandırılabilir. Kuzey
Kafkasya'da yaşayan diğer iki Türk topluluğu olan  Kumukça.ve  Nogay
diline de benzerlik gösterir.Tarihî, antropolojik,arkeolojik ve linguistik
araştırmalar  Karaçay-Malkarlıların bu bölgede uzun yüzyıllar hakimiyet
kuran Türk kavimlerinin torunları olduklarını, zaman içinde çeşitli Kafkas
halkları ile karıştıklarını ortaya koymaktadır. Karaçay-Malkar halkının etnik
yapısının oluşmasında Hunlar-Kara Bulgarlar, Alanlar, Hazarlar ve Kıpçaklar
gibi Türk kavimlerinin  payı vardır. 


1828 yılına kadar Rus idaresine
tabi olmadılar ve sayısız ayaklanmalar ile Ruslara karşı çıktılar.1864 yılında
Kafkasya’da Rusya’nın hakimiyeti ile birlikte, Kafkasya'da büyük bir göç
yaşandı. Rusların Kafkasya’yı işgali sonunda 1880'li yıllardan itibaren 
zaman zaman Karaçay-Malkar halkının bir bölümü diğer Kafkas kabileleri ile
Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı. Bugün bu  göçmenlerin torunlarından
yaklaşık 25 bin Karaçay-Malkarlı Türkiye’de, 2000 civarında Karaçay-Malkarlı
ise Suriye’de, bir kısmı da ABD'nde yaşamaktadır.  


1917 Bolşevik ihtilali sonrasında
bütün Kafkasya'da ve bu arada  Karaçay-Malkarda da 1918'de çok kısa bir
süre bağımsızlık heyecanı yaşandı. Fakat bu heyecan Beyaz ordu tarafından kanla
bastırıldı. Ardından kızılların saldırısı başladı . 1920'de Beyaz ordu Kızıl
ordu tarafından bölgeden atıldı ve Karaçay-Malkar da "Sovyet"
sistemine dahil oldu. Ağustos 1942'de Alman ordusu Karaçay özerk vilayetine
girdi ve bölgeyi beş ay kadar elinde tuttu. Karaçay-Malkarlıllar da1943 yılı
sonlarına kadar Sovyetlere karşı bağımsızlık mücadelelerini sürdürdüler.Bu
arada Kafkaslarda Ruslara karşı çıkarılan pek çok ayaklanmaya önderlik ettiler.
Bu mücadeleler sırasında nüfuslarının büyük bir bölümünü kaybettiler. 


Bölge Ocak 1943'te Almanlardan
kurtarıldı. 2 Kasım 1943 ve 8 Mart 1944'te güya Alman ordusuyla işbirliği
yaptıkları gerekçesiyle Karaçay-Malkar nüfusunun tamamı Orta Asya ve
Kazakistan'a sürüldü. Oysa Karaçay-Malkarlılardan binlerce kişi Alman işgali
sırasında kızıl orduda görev yapmaktaydı.  


Sürgün sırasında çok sayıda
Karaçaylı hayatını kaybetti.  


Nihayet İkinci Dünya Savaşı
sırasında Almanlarla işbirliği yaptıkları gerekçesiyle "vatan
hainliği" ile suçlandılar.  


2 Kasım 1943 tarihinde
Karaçaylılar, 8 Mart 1944 tarihinde de Malkarlılar yurtlarından çıkarılarak
topyekün bir sürgüne ve soykırıma maruz kaldılar.  


Bu sürgün sırasında da toplam
nüfuslarının yarısını kaybettiler. Orta Asya ve Sibirya’daki sürgün yerlerinde
14 yıl kalan Karaçay-Malkar halkı 1957 yılında itibarları iade edilerek
Kafkasya’daki eski yurtlarına geri döndüler. Kafkasya’ya geri dönen
Karaçay-Malkarlılar, burada Kabardey, Besleney, Abaza ve Nogay halklarıyla
birlikte Karaçay-Çerkes Özerk Bölgesi idaresi altına alındı. Malkarlılar ise
Kabardey-Malkar Özerk Cumhuriyeti idaresi altına alındılar.  


17.yy. da bölgeye yapılan Nogay
göçü ve Kırım tatarlarının gerçekleştirdiği temaslar Karaçayların İslamı
tanımalarına yardımcı olmuştur. Ancak  başka bir rivayet
Karaçay-Malkarlıların İslamı kabul etmelerinde 18.yy.da yaşamış İshak efendi
isminde Kabartaylı hocanın etkisinin olduğunu belirtmektedir. Sünni’dirler
(Hanefi) ve Kuzey Kafkasya din işlerine bağlıdırlar. Sürgün edilmelerinden
sonra kapatılan camiler bugün hızla açılmakta ve sayıları her geçen gün artmaktadır.
 


Karaçay-Malkar halkı bugün
Kafkasya’da "Karaçayevo-Çerkesya" ve "Kabardino-Balkarya"
adlarını taşıyan iki özerk cumhuriyette Rusya Federasyonu’na bağlı olarak
yaşamaktadırlar.  


1989 yılı RESMİ RUS nüfus
sayımına göre Karaçaylılar 156.140 Malkarlılar ise 88.771 kişidirler.  


Kırım
Tatarları 


Türkler 430 yılından itibaren
Kırım'a yerleşmeye başlamışlar; 13. asırdan itibaren ise Kırım Tatarları adını
almışlardır. Önceleri Altınorda Devleti içinde yeralmışlar, daha sonra ise
sınırları Moskova'ya kadar ulaşan Kırım Hanlığı'nı kurmuşlardır. 1475'ten
itibaren Kırım Hanlığı ile Osmanlı İmparatorluğu tek devlet gibi yakınlaşınca,
Osmanlı İmparatorluğu'nun hudutları Rusya'nın güney hudutlarına kadar
uzanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında 1774 yılında imzalanan
Küçük Kaynarca anlaşması ile Kırım Hanlığı Osmanlı himayesinden çıkmıştır. Rus
işgaline maruz kalan Kırım Türklerinin esaret yılları böylece başlamıştır.
Yerli halkı başka bölgelere göçe zorlanmıştır.  


En büyük göç dalgaları 1792, 1860-63,
1874-75, 1891-1902 seneleri arasında olmuştur.Rus çarlığı 1917 yılında Bolşevik
ihtilâli ile parçalanınca Kırım'ın Bağımsızlık yolu da açılmıştır. 9 Aralık
1917'de Kırım Tatar Milli Kurultayı toplanmış; 26 Aralık 1912'de Kırım Halk
Cumhuriyeti'nin kurulduğu ilân edilmiştir.Kırım, Nisan 1918'de Almanlar
tarafından da belli bir süre işgal edilmiş; 1920 yılının sonlarına doğru tekrar
Bolşeviklerin eline geçmiştir.1921 yılında Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti kurulmuş ve Rusya'ya bağlanmıştır.18 Mayıs 1944 yılında Kırım
Tatarları, Kırım'dan topluca sürgün edilmişlerdir.Sovyet Hükümeti, 25.6.1945
yılında yayınladığı Kararname ile Kırım Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni
ortadan kaldırmış; Kırım, oblast statüsüne getirilerek yine Rusya'ya bağlı kalmıştır.Kruşçev,
Rus-Ukrayna kardeşliğinin 1000. yılı münasebetiyle Kırım Oblastı'nı Rusya'dan
alarak Ukrayna'ya bağlamıştır.Kırım Bölgesi bugün Ukrayna'ya bağlı Muhtar bir
Cumhuriyettir. Cumhuriyet içerisinde ise Tatar Özerk yönetimi bulunmaktadır. 


Kumuk
Türkleri 


Kumuk Türkleri, bugün büyük
çoğunluğu (1992 tahminine göre 250 bin kişi) Rusya Federasyonu'na bağlı
Dağıstan Özerk Cumhuriyeti'nde, geriye kalan kısmı (yaklaşık 50 bin kişi) Çeçen
ve Osetya özerk cumhuriyetlerinde yaşayan, Azerbaycan Türklerinden sonra
Kafkaslar'daki en kalabalık Türk kavmidir. Kumuklar'ın bir kısmı, Çarlık
Rusyası'nın Kuzey Kafkasya'yı istilâsı yıllarında ve bilhassa Şeyh Şamil'in
esir düşmesinden sonra Osmanlı Devleti'ne sığınmışlardır. Bunlar hâlen belli
başlı olarak Tokat'ın Üçgözen ve Kuşoturağı, Sivas'ın Yavu köyünde
yaşamaktadırlar.  


Kumuk Türkleri Kuzey
Kafkasya'daki Kumuk ovasının ve Dağıstan'ın dağlık kesiminin yerli
halklarındandır. Etnik bakımından Kıpçak ve Oğuz boylarının bu sahada
kaynaşmasından meydana geldikleri ileri sürülen Kumuk Türkleri'nin dillerindeki
Kıpçak ve Oğuz grubu özellikleri bu görüşü desteklemektedir. 


Kumuklar'ın ülkesi VII. Yüzyıldan
itibaren Hazar Devleti'nin sınırları içine alınmıştır. Bugün Kumuk bilim
adamları da Kumukları, Hazar Devleti'nin kurucuları olarak göstermektedirler.
Hazar Devleti'nin son başkenti Semender, Kumuk ülkesi sınırları içindeydi.
Kumuklar arasında ayılmış olan "Anci-name", "Derbent-name",
"Karabudahkentname" adlı tarihi âbideler, Hazar Devleti devrinden
bahseder. Hattâ, Hazarlar arasında yaşamış olan Ebu Hamid el-Garnati'nin tespit
ettiği ve Hazar sözü dediği bütün kelimeler bugün Kumuk Türkleri'nce
kullanılmaktadır. 


Zeki Velidi Doğan'ın verdiği
bilgilere göre Kumuklar, Oğuz destanının Müneccimbaşı tarafından istifade olunan
bir rivayetinde, Oğuz Han zamanında Derbent'in muhafazasıyla memur edilen
Kıpçaklar'ın bir boyu olarak zikredilmiştir. Toğan'a göre, Azerbaycan ile
Derbent Araplar'ın idaresinde iken de Kumuklar'ın burada bulundukları, Tarih
al-Babva'l-Abvab'dan anlaşılmaktadır. 


Dağıstanlı Kumuk âlimlerinden
S.M. Aliyev, M. R. Mahammadov'den; Dağıstan'ı Araplar'ın işgal etmesiyle
Hazarlar'ın İdil Boyuna çekilmelerinden sonra Hazar denizi kıyısında ve
Temirkazık Dağıstan'da liderlik rolünün Kumuklar'a geçtiğini naklediyor ve bu
bilginin birinci kısmına katıldığını belirtiyor; fakat onun Kumukları,
Hazarlar'dan ayrı göstermesine karşı çıkıyor. Aliyev'in fikrince Hazarlar ile
Kumuklar, tarihi bakımdan da, kültürel bakımdan da aynı kavimdir. 


Tarihi durumları ve menşe'leri
hakkında pek çok faraziye ileri sürülen ve hattâ ekseriya Sovyet antropologları
tarafından olmak üzere bazı Kafkas kavimlerinin Türkleşmesi sonucu meydana
geldikleri dahi söylenen Kumuklar'ın; dil, edebiyat, din, yaşayış tarzı, örf ve
âdetler ve diğer kültür unsurları bakımından ele alındıklarında ve yukarıda
özetlenen tarihi verilerin ışığında bakıldığında, gerçek bir Türk kavmi olduğu
açıkça ortaya çıkmaktadır. 


Hazar Devleti'nin yıkılmasından
sonra Kumuk Türleri'nin kurdukları ilk müstakil teşkilat, 1578'de Sultan But'un
kurduğu ve tamamıyla millî bir Kumuk beyliği hüviyetinde olan emarettir. Bu
beyliğin Dağıstan'ın en kuzeyinde yer alması sebebiyle,Kazan ile Astarhan
hanlıklarının yıkılmasından sonra daha güneye inme imkânı bulan Ruslar'la
Kumuklar karşı karşıya gelmiş oldu.Kumuk Türkleri, 1594 yılından itibaren
başlayan Rus saldırılarına ve işgal hareketlerine karşı, diğer Müslüman Kafkas
kavimleriyle birlikta XIX.yüzyılın ikinci yarısına kadar kahramanca mukavemet
ettiler.  


Ancak Ruslar'a karşı sürdürülen
mücadelenin son bayraktarı Şeyh Şamil'in 1859'da esir edilmesiyle Dağıstan ve
diğer Kafkas bölgeleri hızla Ruslar'ın eline geçmeye başladı. Zaten yüzyıllar
süren savaşlar Kumukları ve diğer Kafkas kavimlerini bîtab düşürmüştü. Böylece
Ruslar 1867'ye kadar bütün Kafkasya'yı istilâ ettiler.


Meluncanlar 


Son yıllarda Amerika'da Türk
olduklarına inanan ve gerçek kimlikleri oldukça merak edilen bir grup ortaya
çıktı. Sumter County'den ülkenin değişik yerlerine dağılmış olan grup.
Yüzyılımızın başından beri onların Yunan, Portekiz, hatta Arap asıllı oldukları
ileri sürülmüş, ancak niçin Türk isimleri taşıdıkları bir türlü izah
edilememiştir. Amerika iç savaşlarından itibaren sürekli olarak orduda beyazlarla
birlikte savaşan bu insanların sadece renkleri esmer olduğu için zenci kökenli
oldukları bile ileri sürülmüştür. O yüzden uzun zaman beyazların okullarına
alınmamışlar, haklarını ancak hukuk savaşı vererek mahkemelerde elde
edebilmişlerdir.       


Bu "Türklerin atalarının iç
savaşlar sırasında yardım için oraya gitmiş Osmanlı askerleri veya bir kısım
maceraperestler olması muhtemeldir.Bilindiği gibi Amerika'da yerlilerin
yanısıra, dışarıdan gelip kıtaya yerleşmiş pek çok etnik grup yaşar. Ancak
yerlilere ve diğer gruplara hakim güç Anglo-Saksonlar olmuşlardır. Anglo
Saksonlar bu hakimiyeti tesis etmek için yerlileri soykırıma maruz
bırakmışlardır. Ayrıca kendileri gibi Amerika'ya sonradan gelen birçok grubu da
çeşitli yollardan etnik temizliğe tabi tutmuşlardır. Bunlardan bir tanesi de
Meluncanlar'dır. 


Meluncan'ın anlamı "lanetli
can" veya "Tanrı tarafından terkedilen adam"dır. Arapça kökleri
"Melun Cin"dir. Meluncanlar; beyaz, siyah, melez ve Kızılderili
olarak sınıflandırılamazdı. Onlar, yasal açıdan, renksiz insanlar olarak
sınıflandırılıyorlardı. Sahip oldukları önemli arazi parçalarına el konuldu;
eğitim, oy kullanma ve adli işlem hakları reddedildi ve batı yakasına ya da
Carolinas, Virginia, Tennessee, Kentucky ve Batı Virginia dağlarının yükseklerine
sürüldüler. 


Meluncan toplumunun büyüklüğünün
kesin olarak tahminlerin altında olduğu ve sonuçta soylarından gelen kimselerin
sayısının önceki tahminlerin çok üzerinde olduğudur. Bundan başka Meluncan
soyundan gelenlerin uğradığı başlıca asimilasyonlar ilk Birleşik Devletler'in
nüfus sayımından önce meydana geldiği için, bu önemli Akdeniz ve Ortadoğu
mirası yazılı kayıtlara alınmadı. Bu, sözlü rivayetlerle, folklörlerle,
kültürel delillerle, genetik ve tıpla, antropolojiyle ve yabancı tarih
arşivleriyle desteklenmiş bir hikayedir. Buna rağmen birçok Amerikalı tarihçi
tarafından gözardı edilmiş ve standart Amerika şecere kayıtlarına göre gerçekte
varolmamış bir topluluktur. 


Genetik ve Tıbbi Kanıtlar 


Meluncan topluluğu üzerine
yapılan genetik çalışmalar (gen frekansı), Meluncanlar'la, (Lee Contry,
Virginia ve Hancock Country, Tenesse'den 1969'da alınıp 1990'da tekrar analiz
edilen 177 insan örneği) İspanya ve Portekiz'in Galician Dağı bölgesi, Kuzey
Afrika (Fas, Libya), Levant (Yunanistan, Türkiye, Suriye) ve Ortadoğu (Kuzey
Irak ve Kuzey İran)'daki topluluklar arasında önemli bir fark olmadığını ortaya
koymuştur. Meluncan toplumunda belirlenen hastalıklar içinde; sarkoidosis,
Behçet hastalığı, Machado-Joseph rahatsızlığı (Azorean rahatsızlığı) ve Talesemya
gibi Akdeniz ve Ortadoğu'da yerleşmiş hastalıkları bulunmaktadır. 


Moğolistan'da
Türkler 


Moğolistan'ın nüfusu
2.400.000'dir.       


Kazaklar (Hasag)


150 bin civarındaki Nayman ve
Kirey kökenli Kazaklar, ülkenin kuzeybatısındaki Bayan Ölgiy ve Hovd aymağlarında
yaşıyorlar.Sovyetlerin yıkılmasıyla birlikte Kazakistan'a yapılan göçler
sonucu, nüfusları tam bilinmiyor.Buna rağmen, 95 bin'i Bayan Ölgiy'de, 40 bini
Hovd'da olmak üzere 150 bin civarında Kazak olduğu tahmin ediliyor. 


Bayan Ölgiy önceleri bir Kazak
aymağı idi (aymag, vilayet demektir). Şu anda Kazakların Kazak Liberal Partisi
var, ayrıca radyo yayını yapıyorlar.Kazakların diğer oymak ve boyları ise
şunlar; Tartuşlar Aşağı ve Yukarı Tartuşlar diye ikiye ayrılan bu Kazak
soylular, Kirey Kazaklarının ardılıdırlar.  


Hotonlar 


6 bin civarında bir nüfusa sahip
Hotonlar, Uvs aymağında yaşıyor. Kazak-Kırgız karışımı olan Hotonlar, Uvs
gölünün güney batısında ve Bugat şehri ve çevresinde yaşarlar. Müslüman olan
Hotonlar Derbed diyalektiyle konuşurlar. 


Uranhaylar 


50 bin nüfusa sahip Uranhaylar
Moğolistan'ın yanı sıra Rusya'da ve Çin'de de yaşarlar. Moğolistan'da Hörsgöl
ve Uvs aymağlarında yaşarlar. Uranhayların 1921'den 1944'e kadar kendilerine
ait bir cumhuriyetleri vardı, ama Ruslar işgal etti. 


Uranhay boyları 


Altay Uranhayları: Hovd ve Bayan
Ölgiyde yaşayan bu Urankaylar Moğolca konuşurlar. 


Tannu (Tagna) Uranhayları: Hovudda
yaşarlar ve Uranhayların en çok nüfuslu boyudur. 


Çatanlar: Dünyada sadece
ve sadece 500 çatan vardır; 250 kadarı Moğolistan'da, diğer 250'si Buryat
Cumhuriyeti'nde yaşıyor. Moğolistan'ın Hövsgöl aymağında Ulan-Oll, Rincinbuye
ve Han Samon'da otururlar. 50 civarında aile vardır ve bunlar geyik çobanıdır.
Şehre pek inmezler.Buryat'da ise Kiren ve çevresindedirler. 


Şirtenler: Arşirten ve
Övörşirten olmak üzere ikiye ayrılan bu Uranhay kolu Hövsölde otururlar ve
Moğolca konuşurlar. Muncaklar Bayan Ölgiyde otururlar ve Türkçe
konuşurlar. 


Kocolutanlar: Muncaklarla
beraber yaşarlar, ve Bayan Ölpiy aymağında yaşarlar. Dilleri Türkçedir. Uranhay
Türkleri aslen Kazaktır. Daha sonraları Uranhay olarak ayrı bir boy hâlinde
anılmış ve tanınmışlardır. 


Nogay
Türkleri 


Nüfus :
1.030.000     


Bulundukları başlıca şehirler :
Rusya Federasyonuna bağlı Astarhan, Terek, Kızılyar, Açıkulak, Perekop,
Çelyabinsk; Bulgaristan'ın Şumnu, Dobruca ve Türkiye'nin Ankara -Polatlı,
Şereflikoçhisar, Konya-Kulu, İstanbul, Osmaniye, Adana, Çorum, Eskişehir,
Bursa, Kütahya, Gaziantep, Isparta-Senirkent şehirlerinde
yaşamaktadırlar.Siyasi ve idari konumları : Bulundukları ülkenin idari yapısına
uymaktadırlar.      


Tarihçe     


Türk tarihinde Nogay sözüne ilk
olarak Altınordu devletinde rastlanır. Nogay Han , üstün kabiliyeti , büyük
teşkilatçılığı sayesinde Altınordu devletinin en yüksek mevkilerine çıkmış;
Nogay Han'a tabi Türk toplulukları da onun adını almışlardır.Nogaylar, 13.
yüzyıla kadar, Deşt-i Kıpçak'ta ( Kıpçak çölünde ) göçebe hayatı yaşadılar.
Birleşik bir hayat süren Nogaylar çeşitli sebeplerden dolayı daha sonra
dağıldılar. Bir kısmı mekan değiştirirken, kalabalık bir kısmı diğer Türk
boyları arasında eridiler.      


Bugünkü
Durum     


Erimeden günümüze kadar kalan
Nogaylar; Hazar bozkırında, Kuzey Kafkasya'da, Kırım'da, İdil-Ural havzasında,
Batı Türkistan'da ve Litvanya'da, Dobruca'da, Deliorman bölgesinde ve
Türkiye'de yaşamaktadırlar. 


1) Hazar Bozkırı Nogayları :
Aşağı İtil'in geniş deltasında Astarhan çevresindeki köy ve kasabalarda,
Kalmukya'nın güney kesimine düşen Kuma Çayının kuzey yöresinde bulunurlar.
Kendi ağızlarını unuttukları için Kazanlı diye de adlandırılırlar. Buradaki
başlıca toplulukları "Karaağaçlar ( Karagaş)" ve Kundurlardır. 


2) Kuzey Kafkasya Nogayları :
Kafkasya'da beş bölgede yer alırlar. Dağıstan'ın Kuma ile Terek akarsuları
arasında kendi adlarıyla anılan bozkırda, özellikle Kızılyar yöresinde,
Hasavyurt ve Açıkulak kazalarında kalabalık bir topluluk halinde
bulunurlar. 


3) Kırım Nogayları : Nogaylar
Kırım yarımadasının kuzeyindeki ovalık alan ile dağlık kesimin kuzey
eteklerinde, Perekop kasabası çevresinde , kuzeydoğuda Azak denizine dökülen
çaylar (Tolmak, Bedri vb.) boyunda yaşamaktadırlar. 


4) İdil-Ural Havzası Nogayları :
Burada Tatarlar arasındaki "Nogaylar (Nagaybaklar)", küçük bir etnik
topluluktur. Günümüzde Başkurdistan'da ve Başkurdistan'ın kuzeydoğu komşusu
Çelyabinsk Vilâyetinin Yukarı Ural çevresinde yaşamaktadırlar. Nogaybaklar,
Kuzey (Kıpçak) Türkçesinin Başkurt unsurlarının da karıştığı Tatar ağzıyla
konuşurlar. Hristiyanlığın Ortodoks mezhebindendirler. Başkurdistan'daki
Nogaylar, Kuzey Türkçesi'nin Başkurt ağzıyla konuşurlar. 


5) Batı Türkistan (Kazakistan)
Nogayları : Bu büyük bölgenin Kazaklar arasındaki Nogaylar'ı, onların boy
düzeninde , Orta ve Kiçi ( Küçük ) cüzlerde bulunurlar. Orta cüzdekiler,
şecereye göre , Kongırat kolunun Camanbay'ından gelirler. Buradaki Nogay'dan da
Satıbaldı, Tokas, Şahan uruklarının ataları çıkmıştır. Kazakistan'daki Nogay
obaları, şimdi Kızılorda tümeninin Canga-Korgan yöresinde yaşamaktadırlar.
Hepsi Kuzey Türkçesinin Kazak ağzıyla konuşurlar. 


6) Kırgızistan Nogayları :
Kırgızlar arasındaki boy düzeninde Ön-Kol'a bağlı Çirik boyunun
"Nogay" adlı bir oymağı vardır. Onlar, Kuzey Türkçesi'nin Kırgız
ağzıyla konuşurlar. 


7) Litvanya Nogayları :
Polonya'nın kuzeyinde ve Baltık denizinin doğu yanında yer alan bölgede
yaşarlar. Burada yaşayan Nogaylar'a "Litvanya Tatarlar"ı da denir.
Buradaki Nogaylar sadece dinlerini (İslâm) muhafaza edebilmişlerdir. 


Oryatlar (Altay Türkleri) 


Moğolistan'ın kuzey batısında,
Çin'de ve Rusya'da yaşayan Oryatların birçok kolu vardır. Çin'de 115 bin
Targut, 40 bin de Köknur Oryatları yaşar. Şamanist olan Oryatlar diğer Türk
kardeşleriyle iç içe yaşarlar. Tuva olarak da bilinirler.
      


Oryatların nüfus ve oturdukları
yerlerle birlikte çeşitli boyları şunlardır: Dörvödler (Derbed) 70 bin nüfuslu
Derbedler Uvs aymağında ve Uvs gölünün kenarında yaşarlar. 


Targutlar 


Moğolistan'daki nüfusları 13 bin
olan Targutlar Hovd aymağında yaşarlar. Hovd şehrinin güneyinde ve Bürenhayran
şehrinin kuzeyinde ve güneyinde otururlar.    


Sahcinler
 


Targutların bir kolu olan
Sahcinler, Hovd aymağının ortasında ve doğusunda yaşarlar. Nüfusları 30 bin
civarındadır.  


Bayadlar (Bait)  


47 bin nüfuslu Bayadlar Hovd
aymağında, Har Us Nur gölünün doğusunda yaşarlar.     


Darhadlar
 


17 bin nüfuslu Darhadlar,
Moğollaşmış Türklerdir.     


Öld (Eleut) Hovd'un kuzeyinde
yaşarlar. Çok azı da Arhangay aymağında yaşayan Eleutların nüfusu 15 bindir.
 


Mingatlar (Miyangatlar)  


6 bin nüfuslu Mingatlar, Uvs
oymağındaki Har Us Nur gölünün kuzeyinde yaşarlar.
     


Uygurlar 


Diğer Türk soylularıyla beraber
yaşayan Uygurlar, 17 binden fazla nüfusa sahiptir ve aralarında Sarı Uygurlar
da vardır. Bayan Ölgiy ve Hovd aymaklarında yaşıyorlar.     


Özbekler 


20 bin nüfuslu Özbekler, ülkenin
kuzey batısında. 


Kırgızlar 


Yerleri tam bilinmeyen ve
nüfusları da tam tesbit edilemeyen Kırgızlar, Uranhay ve Oryatlarla birlikte
yaşıyor. Nüfus ve yerlerinin tam tesbit edilemeyişinin sebebi Kazak,Kırgız,
Uranhay ve Oryatların hemen hemen aynı kökten gelmeleridir. 


Tatarlar  


Nüfusları 5 bin civarında ve
dağınık yaşıyorlar. 


Suriye Türkleri


I. Suriye'nin Tarihi Gelişimi ve Türklerin Bu Topraklara Yerleşmesi


        1946 yılında bağımsızlığını kazanan
Suriye, yeni bir ülke olmasına rağmen, üzerinde kurulduğu topraklarda tarih
yatmaktadır. Bir çok medeniyetin beşiği sayılan bu topraklar, bir bakıma doğu
ile batı medeniyetlerinin temas noktalarıdır. Anadolu'nun tabiî uzantısı
durumundaki Suriye toprakları, Sümer, Asur gibi doğu, Makedon , Roma gibi batı
medeniyetlerine ilave olarak, Türk ve İslam Medeniyetlerini de birlikte
yaşamıştır.


       Suriye, önce Perslerin daha sonra
İskender'in istilası ile Makedonlara geçmiştir. M.Ö. 60 yıllarında Romalıların
bölgeye hakimiyeti ile Suriye Prensliği kurulmuştur. İslamiyet'in doğuşundan
hemen sonra, ilk Halife Hz.Ebubekir zamanında Halid bin Velid komutasındaki
İslam ordusu 635'te Suriye topraklarına girmiş ve 636'da Şam'ı fethetmiştir.
Daha sonra Halif Hz. Ömer Kudüs'e kadar gelerek, Suriye'nin teşkilatlanmasını
bizzat yönetmiş ve böylece bölge tamamen Müslümanların kontrolü altına
girmiştir.


         Emeviler devrinde Suriye
çok gelişmiş, gerek kıyı ve gerekse iç bölgelerdeki şehirler hareketli birer
ticaret merkezi haline gelmiştir. Emevi ve Abbasilerin zayıflaması ile
bütünlüğü bozulan Suriye'yi X. yüzyılın sonunda Şiî Fatımîler işgal etmiş ise
de, bu topraklarda birlik ve düzenlik, 1071 Malazgirt Zaferi'nden sonra Türkler
tarafından sağlanmıştır. XI'inci asırda başlayan Orta Asya göçleriyle birlikte,
Türkmen boyları Suriye'nin kuzeyinde yerleşmişlerdir.


      Selçukluların 1040 Dandanakan Zaferi'nden
sonra Önasya'ya intikal eden Oğuz boylarından birçok Türkmen boy ve oymakları,
1063'ten itibaren Suriye'ye girerek, kendi hayat şartlarına uygun bulunan
bölgeleri vatan edinmişlerdir. Suriye'deki ilk Türkmen yerleşme bölgelerinin
Halep ve Lazkiye şehirleri ile bu şehirlerin kuzeyinde kalan bölgeler olduğu
anlaşılmaktadır. Daha sonra Türkmen iskânı Akdeniz sahili tarafında,
Lazkiye'den güneyde Trablusşam'a doğru ve iç kısımlarda Âsi Irmağı vadisi
boyunca Hama Humus ve Şam istikametinde gelişmiştir.


        Anadolu Selçuklu Sultanı
Kutalmış oğlu Süleyman (1077-1086), Çukurova, K.Maraş, Gaziantep, Antakya
bölgeleri ile birlikte Halep-Lazkiye hattının kuzeyinde kalan bölgeleri Ermeni
ve Bizanslılardan fethederken, Suriye, Selçuklu Sultanı Tutuş (1078-1095), Sina
Yarımadası'na kadar uzanan Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin'i Fatimilerden
almıştır. 1096 yılında başlayan Haçlı Seferleri sırasında; Selahaddin Eyyubi
komutasındaki İslam orduları Suriye'ye gelmiş ve Türklerle ittifak ederek,
Suriye'yi savunmuşlardır. Bu gelişmelerden sonra, Atabey Devleti'ne Selahaddin
Eyyubi'nin kurduğu Eyyubiler devleti (1183-1250), ona da Türk Memluk sultanlığı
(1250-1517) halef olmuştur.


        1516 tarihinde Yavuz Sultan
Selim (1512-1250)'nin Mercidabık'ta Memlukları yenmesi ile Suriye Toprakları
Osmanlı Devleti'ne bağlanmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonuna kadar Osmanlı
hakimiyetinde Şam, Trablus ve Halep eyaletleri şeklinde yönetilen Suriye;
sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerden kalkınarak en huzurlu ve en müreffeh
devrini yaşamıştır. Savaş sonrasında, İngilizler ve müttefikleri, 2 Ekim 1918
tarihinde Şam'a 27 Ekim 1918'de de Halep'e girdiler. Suriye'yi Osmanlılardan
koparan İngilizler olduğu halde, Ortaçağ'da Suriye ve Lübnan sahillerinde bir
Haçlı devleti kurmuş olan Fransa'ya devredilmiştir.


         Fransa'nın Suriye
hakimiyeti İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar sürmüştür. Savaş sonrası 1944'te
Amerika ve Rusya Suriye'yi bağımsız bir ülke kabul ettiği halde; Fransa, manda
döneminin bağımlılık ilişkilerini mümkün olduğu kadar devam ettirecek ekonomik,
kültürel ve stratejik bir takım imtiyazları garanti altına alacak "özel
anlaşmayı" resmen kabul ettirinceye kadar Suriye'den çekilmemiştir.


Bağımsızlık Suriye için, kendi iç
ve dış meseleleri üzerinde söz sahibi olmasını sağlamaktan ziyade, bir başka
sömürgeciliğin başlangıcı olmuştur. Fransızların 5 Nisan 1946'da resmen
çekilmesinden sonra, Suriye üzerindeki egemenlik için, Amerika ve İngiltere
arasında rekabet başlamış, daha sonra bu rekabete Rusya da katılmıştır.

1947 serbest seçimlerinden sonra 30 Mart 1949'da ilk askeri darbeyi, CIA'nın desteği
ile General Hüsnü Zaim yapmıştır. Zaim'in 1949 darbesinden Esad'ın 1970'teki
darbesine kadar Suriye'de on tane başarılı, bir o kadar da başarısız askeri
darbe izlemiştir. Suriye tarihinde, bundan sonrası Esad dönemi olarak
adlandırılmaktadır.


      2. Türklerin Suriye'ye Yerleşmesi


            Ön Asya'ya
Türk göçlerinin başlangıç tarihi çok kesin olarak bilinmemektedir. Aslında,
Anadolu ve Suriye'ye Türk boylarının göçleri, Türklerin tarih sahnesine
çıktıkları dönemlere kadar uzanır. Sakalar, Hazarlar, Hunlar hatta Sümerler
bunlardan bazılarıdır. Muhtemelen İslâm ordularının Orta Asya'ya ulaştığı
tarihten itibaren Oğuz boylarının akıncıları, Irak ve Suriye'de görülmeye
başladılar. Hilafet merkezinin Bağdat'da taşındığı M.750 yılından itibaren Abbasi
Halifesi saraylarında Türk komutan ve askerlerinin sayıları ve etkileri hızla
artmaya başladı.


             
Selçuklu Türkleri Gazneliler ile 1040 yılında yaptıkları Dandanakan Savaşı'nı
kazandıktan sonra, Rey, İsfahan, Azerbaycan, Erivan, Anadolu ve Irak üzerine
doğru ilerlemişlerdir.Hanoğlu Hasan isimli Türkmen boylarının kumandanı, 1063
yılında Diyarbakır'a yerleşerek, Suriye ve Bizans topraklarına akınlar
düzenlemiştir. Hanoğlu Hasan'ın, Halep'te bulunan Mirsadoğulları'nın yardım
teklifini kabul etmesiyle, Türklerin Suriye'ye girişleri başlamıştır.Türk
boyları Afşin ve Sanduk Beyler komutasında Halep'e akınlarda bulunmuşlardı.
1069-1070 yıllarında Kurlu ve Atsız beyler, Remle şehrine yerleşip, Güney
Suriye'yi tamamen ellerine geçirmişledir.


             Moğollar
ve Haçlı ordularının baskısına maruz kalan Türkmen oymakları bazen Anadolu'dan
Suriye'ye, bazen da Suriye'den Anadolu'ya göç etmişlerdir. Anadolu Selçuklu
Ordusu'nun Moğollar karşısında 1243 Kösedağ Muharebesinde yenilmesi üzerine,
Tükmen boyları, Sultan Baybars (1260-1277) zamanında 40 bin çadırlık bir
topluluk halinde Halep bölgesine gelerek yerleşmişlerdir. Böylece XIII.
yüzyılın ikinci yarısında, Suriye'nin kuzeyi de tam manasıyla Türkmen yurdu
haline gelmiştir. Bugün de verdiğimiz bu tarihi bilgilere uygun olark,
Suriye'de yaşayan soydaşlarımız yoğun olarak Lazkiye ve Halep çevresinde
yaşamaktadırlar. Ayrıca, Şam dahil olmak üzere diğer bölgelerde de, azınlık
halinde Türkler bulunmaktadır


        a) Lazkiye Bölgesi


Suriye'nin en büyük liman kenti
olan Lazkiye, 1950'den sonra büyük gelişme, göstermiştir. Bunun üzerine kent
merkezindeki Türk nüfusuna ilaveten çevrede bulunan Türkmen köylerinden çok
sayıda insan şehir merkezine göç etmiştir. Köylerden göç eden Türkmenler,
Lazkiye'nin giriş kapıları ve kuzey yönü ağırlıklı olmak üzere, şehrin muhtelif
vaoşlarında Türkmen Harası ve Türkmen Mahallesi adlarıyla semtler
oluşturmuşlardır.

Lazkiye vilayet merkezi ve Kesep Nahiyesi'ne bağlı 6; Bucak bölgesinde sahil
boyunca 84, Behlüliye Nahiyesi'ne bağlı 2; Bayır Nahiyesi merkezine tabi
Kebele'nin kuzeyinde 27, doğrusunda 8, güneyinde 11; İncesu'nun batısında,
güneye doğru 28, doğusunda 29; Çercüm deresinin Türk hududuna doğru olan
bölümünde 20, doğusunda 17; Cebeli Seman'ın doğusunda, nahiye merkezi ile
birlikte 16; Kilis'in güneyinde Azer Kasabası'na bağlı (Azer ile Afşin suyu
arasında) 17, güneyinde 3 olmak üzere bu bölgete toplam 265 Türk köyü
bulunmaktadır.


            b)
Osmanlı Devleti parçalanmadan önce Gaziantep, Şanlıurfa ve Hatay gibi bulunduğu
yörenin Türk nüfusu idari merkezi Halep'ti. Bugün de Halep, Türkmenlerin
çoğunlukta olduğu Kurtdağ, Azar, Bab, Münbiç ve Carablus gibi bölgelerin idare
merkezidir. Halep halen, birçok Türk mimari ve sanat eserinin bulunduğu ve
sokaklarında Türkçe'nin konuşulduğu bir şehirdir. 1906 yılında yayımlanmış olan
Halep Vilayeti Salnamesi'nde yer alan Türkçe mahalle isimleri şunlardır:
Hamidiye, Aziziye, Selimiye, Akyol, Altunboğaz, Oğulbey, Badıncık, Balıbulgur,
Tatarlar, Karaman, Çukurcuk, Çukurkestal, Hamzabey, Hensebil, Haraphan,
Şakirağa, Şahinbey, Saçlıhan, Farfara, Kazasker, Kilise, Küçükkilise,
Mahmutbey, Müstadembey, Harundere.


            Şehir
içerisinde bulunan bu mahallelere ilaveten, Kurdağı Kazası'nda 105; Azer
Kazası'nda 46; Bab Kazası'nda 51; Münbiç Kazası'nda 53; Carablus Kzası'nda 95,
olmak üzere Halep Bölgesinde de toplam 350 Türk köyü mevcuttur.


            c) Diğer
Bölgeler


     
            Suriye'de bu
iki bölgenin dışında da Türklerin yaşadığı yöreler şunlardır:




            aa)
Telkele Yöresi: Bu yöre, Suriye'nin Hama-Humus şehirleri ve Lübnan sınırı
arasında kalan kısımdır. Türkmenler genellikle Humus şehrinde bulunurlar, fakat
Hama şehrinde de önemli bir Türkmen topluluğu yaşamaktadır.


            bb) Kunteyra
Yöresi: Bu yöre Suriye'nin İsrail sınırında bulunmaktadır. 93 Harbi (1877-1878)
esnasında Kafkasya'nın Dağıstan ve Karaçay bölgelerinden getirtilen Türkler, bu
yörelere iskân edilmişlerdir. Fakat Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra bir kısmı
yurtlarını terkederek Halep ve Şam'a göç etmişlerdir.


            cc) Şam
Şehri: Şehir merkezinde Türkmenlerin oturduğu bir mahalle bulunmaktadır. Ayrıca
Şam'a bağlı Havran Ovası'nda da Türkmenler mevcuttur. Bunlar Havran Türkmenleri
olarak tanınmaktadırlar.


            Suriye
Hükümeti, Arap milliyetçiliği anlayışıyla nüfus sayımları sırasında, Suriye'de
yaşayan Türkleri de müslüman adı altında kaydettirdiği için; bu kadar geniş bir
sahaya yayılmış bulunan Türklerin kesin sayısı bilinmemektedir.


            M. Fatih
Kirişçioğlu, Halep bölgesinde 200.000, Lazkiye bölgesinde 150.000, Telkele
Yöresinde 50.000, Kunteyra Yöresinde 100.000, muhtelif bölgelerde de 300.000
olmak üzere, Suriye topraklarında yaşayan Türk nüfusunu, 1 milyon olarak tahmin
etmektedir.

Bu tahmine karşılık, Mehmet Şandır'a göre bugün Suriye'de 1,5 milyon Türk
yaşamaktadır. Kendilerini Kürt sayan kardeşlerimizi de sayarsak 3 milyon Türk
yaşamaktadır. Bu rakam Suriye nüfusunun % 20'sidir. Bugün ülkeyi yöneten
Nusayri (Alevi-Dürzî) nüfusun iki katından daha fazladır. Verilen bu rakamlar, biraz
abartılı bulunsa bile...


   II. Suriye'nin Demoğrafik Yapısı


Suriye'de her 10 yılda bir nüfus
sayımı yapılmaktadır. Bu yüzden de değişik kaynaklarda birbirini tutmayan
rakamlar verilmektedir. 1981 yılında yapılan sayımda 9.934.00 olan Suriye'nin
nüfusu, son sayımda 14.887.000'e yükselmiştir. Bu nüfusun %74'ü Sünni, % 16'sı
Şii Müslüman, % 10'u ise Hristiyandır. Son 10 yıllık nüfus artış hızı %
33.6'dır. Bu durumda yıllık nüfus artış hızı % 3.3 olmaktadır. Son sayıma göre
nüfusun % 47.9'u şehirlerde, geri kalan % 52.1'i kırsal kesimlerde
yaşamaktadır. Toplam Suriye nüfusunun % 67'si Şam, Halep, Hama, Humus,Lazkiye
ve çevresinde yaşamaktadır.


    
            Çalışacak
yaştaki nüfusun ancak 1/3'ü iş bulabilmektedir. 1 milyonda fazla Suriye
vatandaşı ülke dışında çalışmaktadır. Çalışan nüfusunu % 47'si tarım, % 20'si
sanayi ve % 33'ü de hizmet sektöründe çalışmaktadır. Kilometrekareye 42-45 kişi
isabet etmektedir. Okuma yazma bilenlerin toplam nüfusa oranı % 58, ortalama
ömür 54 yıldır. Yıllık ithalatı 2.7 milyar dolar, ihracatı ise 3.6 milyar
dolardır. İthalatın % 42'si Amerika Birleşik Devletleri'yle gerçekleşmektedir.
Yıllık milli gelir 30 milyar dolar, kişi başına düşen ulusal milli geliri 2300
dolardır. Suriye'nin resmi dili Arapça'dır.




 
 
Facebook beğen
 
 

Web Analytics

KİLİS YEMEK RESİMLERİ
 









< iframe width='640px' height='397px' frameborder='0' src='http://www.startv.com.tr/Embed/WebTV.aspx?id=3805&movie_target=startv_videoad_webtv' />,
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol